16 Eylül 2014 Salı

Çok Sesli, İstanbul Modern


Şimdiye kadar gezdiğim en güzel sergilerden biriydi, İstanbul Modern'deki Çok Sesli.

Nedir ne değildir için okuyunuz lütfen.


Türkiye’de Görsel Sanatlar ve Müzik
27 Haziran - 27 Kasım 2014
İstanbul Modern’in kuruluşunun 10. yılı kapsamında hazırlanan ‘‘Çok Sesli’’, Türkiye’de görsel ve işitsel sanatlar arasındaki etkileşimlere işaret etmeyi ve bu alandaki güncel üretimlerden bir seçki sunmayı hedefliyor.
Görsel sanatların ses ve müzik ile geçmişten günümüze kurduğu yakın bağı araştıran  “Çok Sesli”, sanatçıların kişisel ve toplumsal süreçlerde müziğe duydukları özel ilgiyi yansıtıyor. Görsel ve işitsel olanı bir arada düşünen sanatçıların son dönem çalışmalarını sunan sergideki resim, heykel, video ve yerleştirmeler; ses ve müziği bir tema, kavram ya da sorunsal olarak görselleştiriyor veya farklı müzik ve ses biçimlerini bir metafor ya da ifade aracı olarak kullanıyor. Sergi, ses ve müziğin kültürel ve sosyopolitik bir aktarım olarak Türkiye’deki yerini ve çeşitli müzik akımlarının görsel sanat pratiklerindeki etkilerini anlamak için de bir kaynak niteliğinde.
Sergi salonunun girişinde yer alan ‘‘Repertuar’’ ise, Türkiye’de müzik ve görsel sanatların kesişme noktalarına ve geçmiş dönemlerdeki işbirliklerine dair bir araştırma alanı. Aynı zamanda, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden 1980’li yıllara Türkiye’nin sosyokültürel tarihini görsel sanatlar ve müzik alanındaki yansımalarıyla inceleme yolunda bir girişim.
Sergi kataloğunda yapıtlara dair açıklayıcı metin ve fotoğrafların yanı sıra ses, müzik ve imge politikalarını ele alan makaleler ve “Repertuar” araştırmasına ayrılan özel bir bölüm bulunuyor.
Sanatçılar: Nevin Aladağ, Fikret Atay, Semiha Berksoy, Hüseyin Çağlayan, Ergin Çavuşoğlu, Burhan Doğançay, Cevdet Erek, Borga Kantürk, Servet Koçyiğit, Füsun Onur, Ferhat Özgür, Sarkis, Erinç Seymen, Merve Şendil, Hale Tenger, Vahit Tuna, :mentalKLINIK

Atraksiyonlu sergileri seviyorum. Girişte hemen sizi Zeki Müren ve Cahide Sonku karşılıyor. Takalım kulaklığımızı ve o naif, güzel seslere bırakalım kendimizi. Beklenen Şarkı...



Ve yine aynı bölümde Neyzen Tevfik, Semiha Berksoy'dan Nazım Hikmet şiiri ve daha neler neler var.

     mentalKLINIK’in birbirine kenetlenmiş iki Fransız kornosundan yaptığı ve kişiler arası iletişim ve etkileşimin       süreçlerini işaret eden “FrenchKiss” adlı heykel, bu sergiyle ülkemizde ilk kez gösterilecek çalışmalar      arasında.




   Ergin Çavuşoğlu’nun Bulgar film yönetmeni Konstantin Bojanov işbirliğiyle yaptığı ve beş Roman müzisyenin klarnet ustası Selim Sesler yönetiminde icra ettikleri müziklerle kimlik, kültür ve sınırlar gibi kavramları tartışmaya açtığı “Quintet Without Borders” (Sınır Tanımayan Beşli) adlı video yerleştirmesi


       Sarkis, Edvard Munch’un dünya sanat tarihinin en ikonik imgelerinden “Çığlık” adlı yapıtından esinlenerek          oluşturduğu seriyi; “sessiz seslerin birlikteliğini” bir araya getiriyor.


Hale Tenger’in gerçek ile yanılsama arasında sıkışıp kalan bireyin ikilemlerini görüntü ve müzisyen Serdar Ateşer’in bestelediği sesleri kullanarak vurguladığı “Deniz Üzerinde Balonlar”


Hüseyin Çağlayan, Sertab Erener’in klasik Türk müziğinin önemli örneklerinden birini orkestra eşliğinde yorumladığı “Üzgünüm Leyla”ilekültür ve kimlik kavramlarını irdeliyor.

 Borga Kantürk geçmişin izinde bir düzenleme sunuyor. Kantürk’ün çalışması için ayrılan odada yerler kırmızı, yumuşak halıfleksle kaplanmış, duvarlar ise nostaljik kağıtlarla. Görüntüde sadece maddi değil, kültürel bir zenginliğin de hissedildiği bu sade, neredeyse eşyasız odada bir köşeye yerleştirilen pikaptan Türk müziği sanatçısı Müzehher Güyer’in sesi yükseliyor: Unutturamaz Seni Hiçbir Şey. Sonra anlıyoruz ki, bu şarkı 1940’lı yıllarda eşi Ekrem Güyer tarafından Müzehher Hanım’a ithafen yazılmış.


Kısacası çok güzel bir sergi, bir defa daha gideceğim mutlaka.

14 Eylül 2014 Pazar

Birkaç sabahtır servis beklerken güneşin doğuşuna denk geliyorum, aslında o kadar erken çıkmıyorum evden ama güneşin tam kırmızı olduğu o muhteşem ana denk geliyorum. Allah'ım nasıl güzel bir manzara, dikilip kalıyorum öylece. Fotoğraf çektim ama maalesef güzel çıkmıyor.

Bir de akşamları yine o kızıllığa denk gelirsem değmeyin keyfime. Ve dolunay o muhteşem kocaman ay. Aşık olduğum asıl manzara kocaman dolunay aslında. Geçen gün evde yürürken birden onu fark ettim ve donup kaldım. Hemen baba baba şuna bak dedim nedense anne anne demedim :) Ve öylece onu izledim.

Ve düşündüm de binalar yükseldikçe göremez olacağız bu güzellikleri. Peki artık nasıl yazılacak şiirler, romanlar. Güneşin kızıllığını, dolunayı görenle görmeyen bir olur mu hiç?