3 Ocak 2016 Pazar

Aman da aman 2016 gelmiş. Eh yani hepsi birbirinin aynı değil mi bunların o nedenle içimde yeni yıl yeni umutlar falan filan ruh hali yok. Geçen yılın ikinci yarısı pek hareketli geçti, şu an 3.işimde çalışıyorum ve gözüm 4.de. Yeni bir işte tutunmak ne zormuş, yıllar sonra bunu anladım. Aslında tutunmak kolay da aranılan özellikleri bulmak zor. Bende şansımı sonuna kadar zorlayan biri olduğumdan girip girip çıkıyorum işlerden. Neyse ki bir günüm bile işsiz geçmedi, şansım yaver gitti hep. 4. nasıl olur bilemiyorum.

Piyasalardan sıcak edindiğim bilgilere gelirsek; eskinin yeniye ettiği zulmü kimse kimseye yapmıyor. Kaç yaşında olursan ol, yeni çocuk muamelesi görüyorsun. Eski dediğimiz şahıs bir yıllık bile olsa bi afra bi tafra. Mecbur he deyip geçmek lazım bir zamana kadar tabii.

Bakalım 2016 neler getirecek. Yıllarca eski işimde yan gelip yattığım için bol bol, kültür sanat kitap dünyasıyla içli dışlıydım. Boş vaktin boş vaktinin boş vaktinde ilgilenilecek tüm konularla ilgilendim şimdi ise evren çok pis intikam derdine düştü. Elinde kamçı çalış daha da çalış daha da diye şaklatıp duruyor kamçısını ve haliylede bir şeye vaktim kalmıyor. Arada derede okumaya çalışsam da fazla okuyamıyorum maalesef.

En sevdiğim şey olan gezmekte askıya alındı mecburen. Bu sene sadece Kazdağları'na gidebildim. Oysa aklımda, kalbimde neler var neler. He bide Cumalıkızık :)

2016 umutlarımı boşa çıkarma tatlım!!!

20 Eylül 2015 Pazar

İstanbul'da sonbaharrrr


Şu şarkıyı da açayım Teoman ufak ufak söylesin dedim ama hoparlör çalışmadı. Bu sene iyi gitmiyor zaten buna da eyvallah dedim. 2. yeni işime de başladım kaşla göz arasında. İyi ki araya tatili sıkıştırmışım. Yeni iş demek yeni iş cilveleri yeni gariplikler demek elbette. Yok öyle rahat edeyim insani standartlarda çalışayım falan. Hayaller biftek gerçekler brokoli elbette. Dedim kocaman firma beni işe alan tonton amca biz az maaş veriyoruz ama bir kişilik iş veriyoruz, akşam eve kafan rahat gideceksin burada çok mutlu olacaksın falan deyince ben dedim yoksa aman Allah'ım yoksa burası orası mı?   Nooo nooo orası diye bir yer yokmuş bol vaat bol iş bol hayal az para varmış. İlk gün kafamda deli sorular deli endişeler ve merakla gittim hopp içeri bir girdim amannn dedim burası resmen vergi dairesi 30 kişi geniş bir alanda dip dibe sıralanmış. Lise yılllarıma döndüm laboratuar dersine girmiş gibi oldum. Etraf tabiiki klasör klasör.... Neyse başladım çalışmaya başladım ama bitmiyor bir türlü günde 10 saat yarım saat yemek arası hariç kafamı kaldırmadan çalıştım. Sigara içmediğim için molayada çıkmadım çalış çalış çalış.E hani bir kişilik işti haniiiii?. Neyse çalışmayı severim dedim işliyorum habire pas tutmaya fırsat vermemek için günler bir iki geçiyor bu arada. Ve bu tonton amca hep aynı repliği evirip çeviriyor -bitti mi ? bitti mi ? bitti mi? Bana değil herkese aynı soru bitti mi? Dediler ki o o lafla varlığını sürdürür takma kafana. İyi dedim her yerde var bunlar zaten.

Tamam çalışıyorum deli gibi ama sosyal hayatım sıfırlandı akşam koşa koşa eve git falan. Dünyadan haberim yok. Neyse ki sabah biraz erken geliyorum ve gazetelere bakıyorum biraz. Yine günlerden o gün çay molasında gaztelere bakıyorum bitti mi amca yanıma geld -bitti mi ? dedi. Az kaldı dedim. gidince yine gazeteye baktım döndü kulağıma kameralardan tespit etmişler internete girme dedi. Ama çay saati dedim. Olsun o zaman molaya çık dedi!!!  Son durum bu sevgili seyirciler. Müdürler bizi Çin'den gelmiş çakma robotlar sanıyorlar hep iş hep iş olsun istiyorlar. Dünyadan haberin olmasa da olur ne yapacaksın dünyayı bitti mi bitti mi deyip duruyorlar. Satırlarıma batsın bu dünya diyerek son veriyorum ve son cümlem şöyle olsun
hacı ben orada fazla durmam haberin olsun!!!

23 Temmuz 2015 Perşembe

Offf Pufff

Wollf'un tüm beni otobüste, arabada okumayın benim yazdıklarım yolculuk için değildir serzenişlerini göz ardı ederek yine bir Virginia Woollf romanına daha otobüste başladım. Dışa Yolculuk.

Şimdiye kadar romanları sıralamayla okumadım. Elime ne gelirse, ilk hangisini duyduysam onu okudum. Sırayla okumanın faydaları vardır elbet, hatta mümkün olsa Kutadgu Bilig'ten başlayarak günümüze kadar sırayla okumak isterim. Tabii ömrüm yeterse :)  Neyse Virginia'nın yeri ayrıdır bende. Hep bir hüzün aynı zamanda vakar vardır. Bakalım bu romanında beni nerelere götürecek ?  Mrs. Dalloway'de var satırlarında bu romanın.

Şu an bu yazıları sıkıntıdan ölmek üzereyken yazıyorum. 13 sene çalıştığım işten mali kriz nedeniyle çıkarıldım ve kendimi başka yerde buldum. Ama burada o kadar çok sıkılıyorum ki sıkıntıdan ölen ilk insan olabilirim. Hay bin kunduz bir türlü de adama eyvallah diyemedim. Ha bugün ha yarın derken 2 ay oldu. Her pazartesi söyleyeceğim diye geliyorum ama olmuyor. Ama salı günü son artık, söy-le-ye-ce-ğim. Konuşacak kimse yok burada, neredeyse hayali arkadaş edinip konuşacağım. Zaten kendi kendine söylenmeye meyilli bir insanım bu işi iyice ileri götürmekten korkar oldum.

Blogumla ilgili bir sıkıntımı da paylaşmak istiyorum. Sabahattin Ali'nin İki Gözüm Ayşe kitabını yazmıştım buraya. Kitabın baskısı yok ve ne kadar okumak isteyen varsa o yazıya kitabı bana yollayın, okumam lazım diye yorumlar yazıyor. İlk yazan kişiye dayanamamış kitabı vermiştim, ve hiç tanımadığım biriydi. Buluştuk, tanıştık çok tatlı üniversite öğrencisi bir kızdı. Verirken bak aslında bu bir emanet kitap değil sana insanlığa olan güvenimi emanet ediyorum demiştim. Eğer geri vermezsen kimseye güvenmeyeceğim bir daha demiştim. Sağolsun geri verdi :) Ama herkese veremem değil mi ? Bende artık yorumları siliyorum hatta yazıyı da silmek istiyorum ama kitaptan notlar yazmıştım, kıyamıyorum. İnşallah yayın evi bir an önce basar bu kitabı.

20 Nisan 2015 Pazartesi

Gezmelere devam...

Artık her yer birbirine benzemeye başladı benim için galiba. Gezme fikrini, hazırlanmayı gezmekten daha çok sever oldum. Gezerken değil de döndükten bir sonraki gün iyi ki gitmişim, ne de güzeldi diyorum. Sanırım gidiş, dönüş çilesi fazlaca keyfimi kaçırıyor. Ertesi gün sağ salim gelmiş, rutin hayatın korunaklı dünyasına teşrif ettiğim için sakinleşmiş oluyor ve şimdi keyfini çıkarabilirim diyorum sanırım. Gezmek herkeste farklı duygular uyandırabiliyor, bir arkadaşım da gezmeyi çok seven birisi olmasına rağmen, gezi öncesi fazla tedirgin oluyor, ne gerek vardı şimdi keşke evde otursaydım ruh haline bürünüyormuş. Sevdiğimiz şeyler bile zaman zaman icat çıkarma şimdi dedirtebiliyor insana :)

Bu sefer kahvaltısı meşhur olan Cumalıkızık'a gittik. Artık tur iyi bir yer ayarlamadığı için  mi yoksa abartıldığı için mi bilemiyorum beklediğim gibi bir kahvaltı değildi. Karnımızı doyurduktan sonra başladık sokaklarını gezmeye. 



Oldukça küçük bir köy, fazla bir beklentiye gerek yok. Taşlı yollarında yürüyüp bir iki fotoğraf çekip yola devam etmeli.




Mavi buralarda en çok sevilen renk galiba, genelde evler mavi boyalıydı. Ve buradaki turumuzu tamamlayıp yolumuzun üzerindeki Misi köyüne uğradık,orada da şansımıza bisiklet yarışı varmış yolları kapamışlar ama biz yine de kenardan kenardan dolaştık. Köy içindeki dereyle güzel bir atmosfere sahip olmuş. Şansımıza hava kapalıydı ama güneşli, güzel bir günde dere kenarında kahvenizi yudumlamak çok güzel olur. Dere mevsim itibarıyla gürül gürül akıyordu, güzeldi.Bir an kendimi Karadeniz'de hissettim.


Evlerde yine aynı eski evler biçimindeydi.


Çaylarımızı içip, bir iki fotoğraf çektikten sonra Trilye'ye doğru yol aldık. Bir yandan da inşallah yağmur yağmaz diyorduk.

Trilye'de eskiden rumlar oturduğu için bir çok kilise varmış ama kullanılmadıkları için harap durumdalarmış. Bir tanesini gördük, oldukça kötü durumdaydı. 

Trilye deniz kenarında bir yer. Yazın gezmesi daha keyifli olur. Sahil kısmı geniş, eminim yazın oldukça kalabalık oluyordur. Birkaç güzel otele de rastladık. Ama burada kalınır mı,bilemiyorum. Şahsen ben sıkıntıdan patlarım :) 





Trilye bana çok bakımsız geldi, evlerin çoğu harap durumdaydı. Yenilenirse, denizde olduğu için baya turistik bir yer olur. 


Buradaki dükkandan tuz sabunu aldım, cildi kırıştırmıyormuş. Yaşlanmaya son :)





13 Şubat 2015 Cuma

Mr.Selfridge


Yabancı dizi izleme furyasında sonunda bende yerimi aldım. Sürekli izle bırak izle bırak yaptığım Mad Men'den sonra Mozart In The Jungle ile açılışı yaptım. 1.sezonu bitirince fark ettim ki 2.sezonu daha yayınlanmamış ve bir  sene sonra yayınlanıyormuş. Tadı damağımda kaldı ne yazık ki ve 3.sezonu yayınlanmamış hiç bir diziyi izlememe kararı aldım. Ve sıkıcı iş yerimi renklendirmek için arada derede Mr.Selfridge izlemeye başladım. Selfrigde, Londra'da ünlü bir mağazanın adıymış ve dizi mağazanın açılışıyla başlıyor. Aşk, entrika olmazsa olmazları tabii. Ama beni asıl etkileyen şey kadının,modanın, tüketimin ilerleyişini adım adım izlemek.

Mesela kadınlar ayak bileklerine kadar etek giyiyorlar. Mağazada çalışmaya başlayan yeni kadın satıcı ise bir karış daha yukarıdaki eteği yüzünden diğer kadınlar tarafından şaşkınlıkla karşılanıyor. Makyaj malzemelerini belirgin bir şekilde sürmek ise hafif meşreplik sayılıyor. Hatta bu malzemeler gözlerden uzak reyonlarda satılıyor. Mr.Selfridge ise bunları daha göze çarpan ayrı bir reyonda hatta kapıya yakın bir yerde sergilemek istiyor ve tabii ki önce erkeklerden olmak üzere bir çok tepki alıyor ama o yılmıyor elbette. Daha birkaç bölüm izlememe rağmen Mr.Selfridge'in radikal, düşlerinin peşinden giden, sevimli karakterini sevdim. İzlemesi zevkli bir dizi tavsiye ederim efendim...

   

23 Aralık 2014 Salı

Zeki Müren

Of yine bir sene daha bitiyor. Artık zaman geçmesin istiyorum çünkü yolun yarısındayım, geri sayım başladı diye düşünüyorum. Hayat biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir, bu cümle o kadar doğru ki. Bakalım bundan sonrası için hayatın başıma getirecekleri neler. Bu sene fazla gezemedim İspanya ve Çeşme o kadar. Eskişehir, Cumalıkızık planlarım seneye kaldı. Son anda işten atılma tehlikesi yaşasam da bu sene hala buradayım anlaşılan. Hep kurtulsam şu işten diyordum ama iş ciddiye binince şimdi değil dedim :)  Bu sene sergi, kitap durumları fena değildi. Şu an Oblomov ve 49 Numaralı Parçanın Nidasını okuyorum. Oblomov çok kalın olmasa çantama atar çoktan bitirirdim yollarda.

En son Zeki Müren sergisini gezdim. Çok beğendim, daha küçük bir şey beklerken iki kattan oluşan bir sergiyle karşılaştım. Kıyafetleri hiç aklıma gelmemişti ama onlarda vardı ve hepsi ışıl ışıl, çok güzeldi. Zeki Müren'in fotoğraflarını, mektuplarını çocukluğundan ölümüne kronolojik olarak sergilemişlerdi. Ve şunu diyebilirim sanat güneşimiz hiçbir şeyi atmamış. Hatta apartmanın kömür faturalarını bile saklamış! Sözleşmeler,şarkı telif hakları vs. önemli gördüğü her şeyi saklamış.































28 Ekim 2014 Salı

Bu aralar


Ülke karışık, ben karışık bu aralar. Servis kaldırıldığı için, halkın arasına karışıp otobüslerde eziyet çekiyorum bu aralar. Yok artık öyle servisin rahat koltuğunda elinde kitap , otobüste yek vücut olanlara bakmak. Artık ben de sizdenim yek vücutlar. Ee bu olay en çok kitap okumamı vurdu, çok nadiren oturabildiğim için bir kitabı bitirmem uzun zaman alıyor. Buna da şükür diyorum. En son Ve Hipopotamlar Tanklarında Haşlandılar isimli Beat kuşağı romanını okudum. Akıcı, ilginç bir roman. Değişiklik isteyenlere tavsiye ederim. Ondan önce de Yaşlılık'ı okumaya çalıştım ama ne mümkün! Ne konusu ne anlatımı ilgimi çekmedi, ancak yarısına kadar gelebildim. Şimdi nasıl bitireceğimi bilemediğim Oblomov var. Kalın kitapları çantada taşımak ayrı bir eziyet.

İşyerinde azaltma var bu aralar, şimdilik bana vurmadı toto ama her an her şey olabilir. Ama dip dibe olup, birbirimizin yüzüne bakmadığımız kişiye vurdu bu toto. Sevinmedim gittiğine ama rahatlamadım desem yalan olur. İnsanın sevmediği biriyle burun buruna olması psikolojik işkence resmen.  Neyse bu aralar böyle işte...  He bir de dikiş kursuna başladım sanki çok becerikliymişim gibi. Ama ne yapalım heveslendim bir kere. Belki bir şeyler çıkarabilirim ortaya.