21 Kasım 2013 Perşembe

Amak-ı Hayal, Filibeli Ahmed Hilmi



Kuyucaklı Yusuf'u okurken karşılaştım bu isimle Amak-ı Hayal,ve ne tesadüf ki tam da romanı bitirdiğim günün ertesinde kitapçıda birden gözüme ilişti bu kitap. Ve hemen aldım.




Kitap hakkında yazılanlara baktığımda çok etkilendim, tekrar tekrar okudum denilse de nedense beni o kadar etkilemedi. Belki de daha önce bu tür kitaplar okuduğum için belki de anlamam için daha yüksek seviyelerde olmam gerektiği içindir.

Beni en çok etkileyen bölüm karıncaların hikâyesinin anlatıldığı bölüm oldu. Bölüm birkaç sayfadan oluşuyor özet geçersem, kahramanımız yine rüyaya dalar ve kendini şehzade karınca olarak bulur. Ama aynı zamanda insani özelliklerde göstermektedir.

Bir gün hocalarından biri ondan yardım ister.

- Ey  şehzadem ! Bildiğiniz üzere şehrimizin kuzeyinde bulunan sert ve çorak arazide tuhaf tabiat olayları oluyor. Bir lise öğrencisine bu sene yaptırdığımız ilmi gezintiler neticesinde elimize ulaşan raporlardan, alimlerimizin bir türlü çözemediği hava olayının yeniden başladığını ve her gün düzenli olarak tekrarlandığını öğrenmiş bulunuyoruz.

 Bu yerde, güneş tüm şiddetiyle parlarken birdenbire gökyüzünü kalın bulutlar kaplıyor. Bunu duymuş olmalısınız. Bu bulutlar belli zamanlarda tekrar yok oluyor. Siz de biliyorsunuz ki bu tür tabiat olayları akıl ve mantıkla çözülemez. Deney ve gözlem yapılması gerekir. Geçmişte çözülemeyen bir sürü tabiat olayı bugün çözülmüş durumda. Fakat bu acayip hava olayını bugüne kadar çözen olmadı. Bugün büyük bir hocamız konferans verecek. Eğer müsaitseniz birlikte gidelim.

 Büyük bir kalabalıkla, bu acayip araziye doğru yola çıktık.

Bu yere karınca gözüyle baktığımda, burasının gerçekten hakkında konferanslar verilecek kadar acayip bir yapıya sahip olduğunu gördüm. Fakat insan gözüyle baktığım zaman burasının, iki yanında büyük mağazalar bulunan, Napoli taşlarıyla döşenmiş geniş bir cadde olduğunu gördüm. Bu iki durum arasındaki korkunç farkı düşünüyordum ki tabiatçı bir alim bu garip arazi hakkında konferans vermeye başladı.

-Efendiler ! Burada en çok dikkat çeken şey bu odacıkların şekli ve aralarındaki kanalların düzenidir. Odacıklar yaklaşık olarak düz, kanallar ise mümkün denilecek kadar düzgün çizgilerle dolu. Bu düzenliliğin sebebini alimler bir türlü çözemiyor. Buradakine benzer şeyler tabiatta yoktur ve olamaz.

 Konferansın en tatlı yerine gelinmişti ki , yüzbinlerce dinleyici arasından birdenbire bir çığlık koptu. Gökyüzünün açık olmasına rağmen, yağmurla kıyas edilmesi mümkün olmayan müthiş bir sıcak sel binlerce karıncayı sürüklemeye başladı. Kimileri sele kapılıp sürükleniyor, kimileri kaçmaya çalışıyordu. Ben bir dakikalık bir panikten sonra bu garip sel tufanının sebebini anlamak istedim. O sırada damlalar ara ara düşmeye devam ediyordu. Bu müthiş olaya insan gözüyle bakınca, gülmekten ve hayret etmekten kendimi alamadım.

 Garip arazi denilen bu caddede, bir kaldırımın kenarında bulunuyorduk. Bulunduğumuz yerde bir at arabası durmuş; arabacı uyuyor, hayvanlar ise boyunlarına asılı torbadan yem yiyordu. Hayvanların ikisi de sanki anlaşmışlar gibi birden işmeye başlamışlardı. Zavallı karıncaları helak eden sel, bu hayvanların sidiğinden başka bir şey değildi.

 Bütün karıncalar ümitsizlik ve üzüntü içinde benim cesedimle meşgul oluyorlardı. Zira ben de ölenler arasındaydım. Alimler ise garip arazide meydana gelen sel tufanının sebeplerini araştırıyorlardı. Sonunda büyük bir tabiat alimi, kütüphanesindeki bir eserde bunun sebebini buldu. Bu eserde şöyle yazıyordu: “Garip arazide öyle güçlü bir elektriklenme var ki, bazen birdenbire bu elektriklenme şiddetleniyor ve havanın yoğunlaşmasına sebep oluyor. Böylece bulutlardan acayip bir sel boşalıyor.”

 Bu açıklamayı duıyduğum zaman, gözümün önüne yem yiyen yorgun beygilerin işemeleri geldi ve kahkahalar atmaktan kendimi alamadım. Hemen arkasından da uyandım.

O sırada Aynalı’yı gördüm. Bir yandan gülüyor, bir yandan garip bir oyun oynuyor. Hem de mırıldanıyordu.


     Güneş yanar, âlem döner
     Birgün gelir hepsi söner
     Ey sahib-i ilm-ü hüner
     Bilir misin sebebi kim?

     Ne gelen var, ne giden var
     Ne solan var, ne biten var
     Ne gül var, ne diken var
     Bilir misin, sebebi kim?

     Her zerre ferd yoktur eşi
     Acep bunlar kimin işi
     Ey kendini bilmez kişi
     Bilir misin sebebi kim?

    Haktır desen mânâsı ne?
    Sebep midir bir kelime
    Soruyorum sana yine
    Bilir misin sebebi kim?
   


17 Kasım 2013 Pazar

Sabancı Müzesi, Anish Kapoor

Bir haftalık son iznimi kasımın bu güzel günlerine saklamakla iyi etmişim. Tatile gitmekle geçirdiğim diğer iki haftamdan sonra İstanbul'u gezip, aylaklık yaptığım bir hafta bana iyi geldi. İnsan tatilde yoruluyor zaten en güzeli birkaç günü aylaklığa ayırmak, insan ancak o zaman dinleniyor. Pera müzesi, İstanbul Modern ve en sonda Sabancı müzesini gezdim. Daha önceki yazımda da dediğim gibi çağdaş sanatı sanatın tıkandığı yer olara görüyorum. Sanattan anlayan birileri okuyorsa bu yazımı beni cahil ve sığ olarak tanımlayabilir ve doğrudurda. Sanatla iç içe büyümedim ve bir yere kadar anlayabiliyorum. Kendi düşünceme göre çağdaş sanata bakışım budur. Sophia Vari eserleri oldukça soyut gelmişti bu nedenle Anish Kapoor'da da aynı duyguyu yaşayacağımı düşünmüştüm. Aslında normal şartlarda para verip gideceğim bir sergi değildi ama Sabancı müzesinin facebook sayfasından davetiye kazandım :) Ve gidip gördüğüme çok memnun oldum, her yerde muazzam büyük eserler deniliyordu ama görünce yine de şaşırdım, gerçekten büyükler. Taşınması oldukça zor olmuştur muhakkak. Oldukça soyut heykeller tabii ama kullanılan malzemeler ilgi çekici. Parıl parıl parlayan ya da acaba boşluk var mı yok mu diye düşündüğünüz eserlerden etkilenmemek mümkün değil.




Bazı eserler duvara monteli gibiydi. Nasıl yapılmış, nasıl getirilmiş çok merak ettim. Bir ara araştıracağım. Örneğin bu eser duvarın içinde. Eğer öyleyse koca duvarı taşıyacak halleri yok dimi ?

Bu esere baktıkça içinde kayboluyorsunuz.


Ben ejderhaya benzettim biraz ama arkadaşım aynı fikirde değildi.


Diğerleri








13 Kasım 2013 Çarşamba

Pera müzesi, Düşler İmgeler Gerçekler ve Sophia Vari

Bilen bir arkadaşımın dediğine göre bu sanatçıları ve bu eserlerini bir arada görmek biraz zormuş. Sanatla çok iç içe olmasamda ara sıra gitmeye gayret ediyorum ufkum açılsın diye. Ama bana göre sanatın tıkandığı yer modern sanat. Başka bir sergide de Sophie Vari eserleri sergileniyordu. Bana hitap etmeyen, anlayamadığım eserler ortaya çıkarmış sanatçı. Benim bakış açıma göre; sanatta herşey yapılmış zaten, artık daha farklısını yapmak lazım bu noktada sanat tıkanır ve ortaya oldukça öznel, düşün düşün bir şeye benzetemediğim eserler çıkar. Sophie Vari, Fernando Botero'nun eşiymiş. Hani şu pofuduk kadınları çizen ressam.

Sophie Vari eserleri tablolar ve heykellerden oluşuyordu.





Ve gelelim asıl sergimiz olan Düşler İmgeler ve Gerçeklere.

Tanıtım bülteninden :

Pera Müzesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 90. yıl dönümü anısına gerçekleştirdiği sergide, modern Türk resim sanatından örnekler ve imgeler üzerinden yakın dönem bir tarih okuması yapıyor. Ekrem Işın küratörlüğünde hazırlanan ve Avni Arbaş, Nuri İyem, Abidin Dino’dan Bedri Rahmi Eyüboğlu’na, Cihat Burak'tan Turan Erol, Nedim Günsür Yüksel Arslan’a uzanan geniş dağılımlı seçki, Kuvayi Milliye yılları, köy yaşamı, göç, gecekondulaşma ve kentleşme, modern yaşamın yalnızlaşan bireyleri ile geçmişi yorumlama gibi alt temaları içeriyor, plastik sanatlar aracılığıyla Cumhuriyet tarihimize bir bakış sunmaya çalışıyor.

İnsan gezdikçe ressamları eserlerinden tanımaya başlıyor. Şimdilik tanıyabildiklerim Bedri Rahmi ve Nuri İyem.  Tarzları farklı olduğu için ikisinide tanımak kolay tabii.

Bu bana hayvanlar çiftliğini anımsattı.


Hakkı Anlı, Nazım Hikmet'e Saygı. Fransızca cümlede "Dört nala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan"




Nuri İyem






Köyden kente göç




Şehirdeki gecekondululaşma





Bedri Baykam


Cihat Burak 1.Ahmet'in rüyası


Erol Akyavaş





Ve diğer tablolar