30 Aralık 2010 Perşembe

Bir yıl daha bitiyor...

Senenin son günlerinde hep bu şiiri gönderirim arkadaşlarıma,sevdiklerime. Çok seviyorum...


- I -

Bir yıl daha bitiyor.
İşte bu kadar duru, bu kadar yalın
Bu kadar el değmemiş
Sıradan bir gerçeği daha
Kolları bağlı hayatımızın.
Bu şiire nasıl dahil edilebilir bir yılın son günleri?
Her sonda, her başlangıçta ve her defasında
Alır gibi başkasını karşımıza,
Perdeler çekip, ışıklar söndürüp
Oturup yatağın içinde bir başımıza,
Sorgulamak kendimizi..
Öğrenmek ikimizin anadilini, ikinci belleğimizi,
Öğrenmek kendimizle hesaplaşmanın buzul ilişkilerini.
Bu aynanın dehlizlerinde gezinirken görürüz
Karanlık günlerimizin kenar süslerini..



Biterken yılın son günleri,
Biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini,
Gençlik ikindilerini.
Kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri.

- II -

Bir yıl daha bitiyor
Düşlerim, tasalarım, yarım kalmış onca şey..
Her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden.
Bana mı öyle geliyor
Yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman
İnsan yaşlanırken?


- III -
Kırdım mı, incittim mi birilerini?
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler?
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim,
Dostluklarımı, ilişkilerimi..
Dağınık yatağım, mutsuz yatağım
Çoğalttım mı eksiklerimi?
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı?
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
Giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Ödünç aldığım kitapları geri verdim mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları?
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı?

Hala sevebiliyor muyum insanları?

Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma,
Ovmalı umutları..
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan,
Hançer kıvamındaki o karamizah tadını.
Şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım Yavuz'a,
Sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım
Akşama,
Yeni bir yıla..
Ama nedense herşeyin tadı dağılıyor ağzımda.
Bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında,
Aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta ..


- IV -
Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım,
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar,
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar,
Gece telefonları, ıssız konuşmalar,
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler,
Bırakılmış mektuplar
Ve yurdumun her karış toprağında tefrika edilen karanlık!
Ey hayatıma girenler ve çıkanlar,
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey!



O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan..
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan.
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan..
Kaç zamandır bir ermiş dinginliği havalandırıyor
dizelerime açılan pencereleri.
Durup bakıyorum akşam sularında zaman kavramlarına,
Zamanı düşünüyorum; koyuluyorum.
Anlamını yitiriyor "şimdiki zaman"ın boşyüceliği,
Tarihin unutkan sayfalarındaki mürekkep lekeleri.
İşimin başına dönüyorum, içimde ıssız bir gönül erinci..


Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum,

"İçtenliğin" ya da "dünya görüşünün" kirletmediği.
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum..


- V -

Sabahları açık penceremin soluduğu kent,
Nabzında yüzyılın dağınık sancısı,
Dumanı üzerinde tüten yıkıntılar..
Hangi anlamı kuşanabilir şimdi yeni bir yıl,
Umutsuzluk sözlüğünden karşılıklar aranırken hayata?
Hangi söküğünü dikebilir bu yaralı kuşak,
Hangi yüreğe öğretilebilir unutmak?

Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde.
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar?
Hala bir umut var mıdır,
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde ?



Murathan Mungan

27 Aralık 2010 Pazartesi

ARKADAŞIM BADEM AĞACI




ARKADAŞIM BADEM AĞACI

Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar

Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış..
Acarsın çiçeklerini ..
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...

Bir güler yüz bir tatlı söz..
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda

Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koş desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi

Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya


AZİZ NESİN

Gölgede Muhabbet

Dün akşam tesadüfen Habertürk'te yayınlanan Gölgede Muhabbet programına rastladım.Ne zamandır yayınlanıyor hiç bilmiyorum ama bundan sonra takipçisi olacağım. Gayet keyifli,eğleceli bir program. Pazar akşamının sıkıcılığından kurtulmak için izlemeniz tavsiye edilir.

Dünkü konuklardan biri Oya Başar'dı. Programın başında Ali Poyrazoğlu onunla ilgili çok komik bir anısını anlattı,gülmekten yere yapıştım desem hiç abartmamış olurum. Programda kitap tanıtımı da yaptı Poyrazoğlu.. Bu sırada Oya Başar "Okuyacak güzel bir kitabınız varsa Dünya'nın hiçbir yerinde yalnız değilsinizdir" dedi. Nasıl laf ama enfes bir cümle bence...

Güzel programlara ve güzel insanlara kadeh kaldıralım dostlar...

26 Aralık 2010 Pazar

Karşımdakinin davranışlarına göre ona davranırsam bir süre sonra kendimi unutmaz mıyım? Düşünsenize her insanın aynı durum karşısında farklı davranışları olabilir. Ve ben bir tek  kişi olarak birden çok, farklı insana farklı tepkiler verirsem kişiliğim çoklu olmaz mı? Bir süre sonra muhtemelen hangisinin gerçek ben olduğunu unutmuş olurum. Sanırım bu konudan güzel bir psikolojik hikaye çıkar.

Hepimiz dünyaya saf ve temiz olarak gelir,büyüdükçe kirlenir o saflıktan biraz hatta bazılarımız baya bir uzaklaşır. Zamanla adamına göre davranmaya başlarız yani iyi davranına iyi ,kötü davranana kötü davranır oluruz. Bize sırrını açana sırrımızı açar,ketum davranana ketum davranırız. Bir arkadaşımız aradığında koşa koşa giderken bir diğerinin telefonuna bile bakmayız çünkü zamanında o da bize öyle yapmıştır. Belki yolun başında değil ama bir süre sonra büyük çoğunluk etrafındaki insanlara onların kendisine davrandığı gibi davranmaya başlar. Tam o telefona elimiz uzanacakken birden aklımıza onun bizi defalarca yarı yolda bıraktığı,başkalarını tercih ettiği gelir. Belki en iyisi bunları hatırlayıp o telefonu açmamak.Ama o zaman gerçek mi olur bu davranış,bizi yansıtan gerçek ben mi oluruz ?

24 Aralık 2010 Cuma

Huzur

Bir saatlik yemek saatimde masamın başında oturmuş elimde Zemberekkuşunun güncesi,kulağımda Radyo Voyage'ın enfes müzikleri,her ne kadar manzarası bir binadan ibaret olsada penceremden içeriye sızmaya çalışan güneşin gülen yüzü... Huzur bu olsa gerek :)

13 Aralık 2010 Pazartesi

Başkalarıyla ilişkilerimin duygusal açıdan beni uzun zaman tedirgin etmesine asla izin vermem, kendimi kaptırmam. Tabii ki öfkelendiğim,sinirlendiğim olur. Ama hiç uzun sürmez. Varlığımı başkalarının varlığından açık seçik ayırabilme yeteneğine sahibimdir, onlar bambaşka alanlara aitlermiş gibi. ( Buna bir "yetenek " demeyi yeğliyorum çünkü övünmek istemiyorum ama hiç de kolay değildir aslında.) Bir şey beni tedirgin ettiği veya kızdırdığı zaman, bu nesneyi , beni  birey olarak artık hiç ilgilendirmeyecek bir alana aktarmanın yolunu bulurum. Ve kendime, "İyi, tamam, sinirlendim, öfkelendim, ama nedeni ortadan kalktı artık" derim, onun için bunu daha sonra sağlam kafayla düşünür ve ne yapabileceğimi anlarım. Bu da bana geçici olarak duygularımı frenleme olanağı sağlar. (Zemberek kuşunun güncesi syf,96)

Tam da yapmak istediğim şey ama nasıl ? Bir roman kahramanı için kolay olsa gerek bunu yapması. Hayatın tam içinde, etraf sinir bozucu insan doluyken nasıl uygulayabiliriz ki bu yöntemi ? Hep derim keşke düğmemiz olsa bir tuşa basıp önemsiz insanlarla önemsiz atışmalarımız unutup kafamızda boşuna yer etmelerine izin vermesek. Belki gelecekte bir gün...

Eyüp Sabri Tuncer

Eyüp Sabri Tuncer,yeni bir kampanyayla karşımızda. Daha önce 2 defa kampanyasından faydalandım.Evde daha bitmemiş kremlerim olduğu için bu sefer teşrif edemeyeceğim maalesef. Ama sizlere özellikle Silky Touch tavsiye ederim.Misler gibi kokuyor.

http://www.eyupsabrituncer.com/shop/index.asp


Perfume Jewels Setinde Kaçırılmayacak


Yılbaşı Kampanyası!
10 Aralık - 31 Aralık tarihleri arasında, sizler için kaçırılmayacak bir Yılbaşı Kampanyası yine
Eyüp Sabri Tuncer'den.
Dünya markası Perfume Jewels kozmetik ürün seti 40 TL yerine KDV dahil yalnızca 5.90 TL!

8 Aralık 2010 Çarşamba

Pilates

İlk pilates deneyimimi dün yaşamış bulunuyorum. Amanın diyorum uzak durun diyorum :) Onlar nasıl hareketlerdir öyle... Hocamız ilk dersten pes etmeyin,korkmayın,gelmemezlik yapmayın dedi.Ne yapayım otoriteye boyun eğeceğiz artık.Pes etmek yok yola devam :)



6 Aralık 2010 Pazartesi

Zemberekkuşunun Güncesi

Uzun zamandır bu kadar heyecanlı bir kitap okumamıştım.Cumartesi günü 150 sayfa okumuşumdur herhalde.Gözlerim isyan etmese sabahlayıp sonlarına yaklaşabilirdim romanın.
Ama bitmesin istiyorum,bir taraftan okumadan da duramıyorum.Soluksuz okunabilecek,heyecanlı,sürükleyici bir roman.Umarım ilerleyen sayfalarda da fikrim değişmez. Şimdilik her şey yolunda ;)

3 Aralık 2010 Cuma

Güneş ve Rüzgar

Geçen akşam Mad Men dizisine rastladım,ilk defa izledim ve hoşuma gitti doğrusu.Birkaç bölüm daha izleyebilirim.Dizide esas adamla güzel bir kadın yemeğe çıktılar.Adam kadına herkesi nasıl ikna ediyorsun tarzında bir soru sordu.Kadında ezop masallarından biriyle cevap verdi.

"Güneş ve rüzgâr kimin daha güçlü olduğunu tartışıyorlarmış. Rüzgâr
-Ben daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım. Şu karşıdaki paltolu yaşlı adamı görüyor musun ? Paltosunu senden daha hızlı çıkaracağıma bahse girerim

Demiş. Güneş bir bulutun arkasına çekilmiş ve rüzgâr kasırga şiddetinde esmeye başlamış. O kuvvetle estikçe ihtiyar adam paltosuna daha sıkı sarılıyormuş.

Sonunda rüzgâr pes edip durmuş. Güneş bulutların arkasından çıkıp yaşlı adama nazikçe gülümsemiş. Çok geçmeden adam alnındaki teri silip paltosunu çıkarmış.

Sonra , rüzgâra dönmüş nazik ve dostça davranışın, şiddet ve güç gösterisinden daha etkili olduğunu söylemiş"


Bilmem anlatabildim mi :) Ben rüzgarla hareket ederim genelde,eser yıkar geçerim.Elbette sakin sıcak güneş gibisi yoktur.Ne diyeyim güneşli güzel günlere kadeh kaldıralım.

30 Kasım 2010 Salı

Yaban koyununun izinde

Sevgili arkadaşım H'nin aldığı 3 Haruki Mrakami kitabının 3.süne başladım,Zemberek Kuşunun Güncesi.Bu romanda İmkansızın Şarkısının tadını almayı umut ediyorum.

Yaban Koyununun İzinde kitabında aynı zevki bulamadım maalesef,ilk bölümlerinde oldukça sıkıcıydı hatta bazı sayfaları okumadan geçtim :) Orta kısımda,roman konusunu gösteriyor ve heyecanlı olmaya başlıyor.Fakat yine son bölümlerde temposu düşüyor,gizemini kafa karşıklığına bırakıyor.

Romanı bitirdim ama hiçbirşey anlamadım desem doğru olur.Sınırın Güneyinde Güneşin Batışında romanı da benim için okunabilir bir kitaptı.Bir çırpıda okudum.Bakalım 3.roman nasıl olacak?
Her pamuk şeker yediğimde aynanın karşısına geçip
Dilimin pespembe olmasını seyrediyorum büyük bi hazla..
Sonra sen geliyorsun aklıma.
Acaba senin dilin ne renk oluyordu ?
Benim ömrümü yedikten sonra..?

Küçük İskender

29 Kasım 2010 Pazartesi

                  

Her taraftan köşeye sıkışmış bir kadına iyi ne denebilir ki? Ne kadar anlamsız kalır,yaşama tutunmaya çalış cümlem.Kendi rahat dünyamdan onun sıkıntılı,çıkmaz dünyasına umutlu cümleler söylemek ne kadar faydasızdı.

Aile,iş,aşk,para... Her konuda dibe batmış,sıkıntıların ortasında kalakalmış bir kadın.Anti depresanların,psikolog,psikiyatrların artık fayda vermediği,ne tarafa baksa karanlık olan güzel bir kadın.

Gözleri Türkan Şoray iriliğinde,kalbi sıcak,sevecen,kıymet bilen güzel bir kadın.

Onu yıllar önce tanıdım,işten ayrıldım ondan ayrılmadım.Onu sevdim,kıymet verdim.Sırrını açtı bana,gözyaşlarını paylaştı.Çok şey yapmak istedim onun için ama yapamadım.Geçen yıllarda sıkıntıları daha da arttı,kullandığı ilaçların tesiri ise azaldı.Hayat öne geçti,onu yıktı geçti.Ama gözlerindeki parıltıyı görebiliyorum yine de.Bir ışık yansa,ilk adım atılsa hayat tarafından, o yaşama tutunacak, o güzel gözleri yine gülecek,şen kahkalar atacak yeniden.

Onun için dua etmekten başka şey gelmiyor elimden,dualarım seninle güzel kadın.İnşallah güneş senin için doğacak,hayat sana gülümseyip bir ışık yakacak.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Sanal arkadaşlar

Yanında ağlamadığım,sırırımı,derdimi paylaşmadığım insan arkadaşım olabilir mi? Sanal dostluklar,sanal kahkahalar,yüzeysel ilişkiler...

Facebookla ilgili biri "hesabımı kapadım 500 olan olan arkadaş sayım 50 ye indi.Gerçek dostlarım onlarmış"yazmış.E be kardeşim sen arkadaş sayına ne bakıyorsun ki,zaten facebookta neymiş ki.Arkadaşın olan o site kurulmadan önce de yanında olandır zaten.Oradaki arkadaş sayısı olsa olsa orda burda tanıdığın insan sayısı olabilir.Onlarla da arada bir sanal muhabbet eder,iki geyiğin belini kırarsın olur biter.

23 Kasım 2010 Salı

Prensesin uykusu

Redd sadece şarkısıyla varolsaymış herşey daha güzel olurmuş :) Filme gitmeden önce yorumları okurken bir yorumda "Redd'in klibi gibi olmuş" diyordu.Gerçektende öyle olmuş.Ama bu sebepten filmin hakkını yiyemem kul hakkına girer sonra.Film Redd'in dışında keyifli,güzel ve zaman zaman eğlenceli.
Mutlu sonla biten,iyilerin kazandığı bir film.İnsanın keyfini yerine getiriyor,iyinin de kazanabileceğine dair inancını arttırıyor.Filmde animasyonlar kullanılmış ve gerçekten renk katmış.Zaman zaman çizgi film izliyormuş gibi oluyor insan ve anlıyor ki yaşı kaç olursa olsun çizgi filmler tadından yenmez şeyler.

Biraz iyilik yap iyilik bul filminden esinlenilmiş dikkatli gözlerimden kaçmadı :) Bütün oyuncular gayet başarılıydı.Genco Erkal ve Alican Yücesoy'ın eğlenceli bölümleri var,hem hüzünlenip hem gülüyorsunuz.

Sonuç olarak eksik kalmayın bu güzel filmden,gidin ve çok şey beklemeden izleyin.İçinizdeki iyiye yatırım yapmak için izleyin.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Akçakoca ve bayram

Bayram tatilimi Düzce,Akçakoca'da geçirdim.Karadeniz'in şirin bir kasabası Akçakoca.Daha önce yazın gitmiştim ve Karadeniz'in en çılgın zamanına denk düşmüş olmalıyım ki deniz girme isteğim sadece teşebbüs olarak kalmıştı. Zira dalgalar o kadar sertti ki denizdeki taşları bacaklarımıza atmıştı.Yazın daha hareketli olmasına rağmen bayram dolayısıylada kalabalıktı.
Ve yazın tam aksine deniz dümdüzdü ve sonbaharım tüm güzelliği doğadaydı. Bol bol fotoğraf çektim tabii ki.Şansımıza hava da güzel olduğu için gezdik,dolaştık.Köy sıcaklığını da kasaba rahatlığını da yaşadım bu bayram.Gayet keyifli ve dinlenerek geçti tatilim.








11 Kasım 2010 Perşembe

Dağ gibi bir yiğide kıydı geçti
Sanki vakit...

Tam da bu şarkıyı dinlerken ölüm haberi almam bir tesadüf mü?

Hiç tanımadığım birinin ölümü ne kadar etkiler bir insanı.Biraz üzülür,arkasından dua okur ve rahmet dileriz.Sonra yola devam.

Bugün gencecik biri kendini yüksek bir binadan aşağı bırakıverdi.Omuzlarındaki yükün ağırlığıyla yere düştü.Ambulans geldi,hareket ediyordu eli kolu.Kırıkları vardır ama yaşar dedik,iyileşir dedik.

Ölmüş...

8 Kasım 2010 Pazartesi

Böcek ve müdür egosu

Tamam anlıyorum orta ve büyük ölçekli firmalarda müdür olmak egoyu yüksekte tutar.Zaman zaman tepeden bakış yaptırır insana.Ama gözünüzü seveyim sayın yüksek egolar,evinizde böcek gören karınız -aaaaa diye bağırdığında yüksek egolu pufidik mabadınızı kaldırıp o böceği evin dışına ittirmez misiniz siz? Yoksa -aaa hanım benim yüksek egom böyle pis işlere müsaade etmez,hemen böcekle mücadele ekibini arayayım hatta ben zahmet etmeyim sen aramı dersiniz?

Müdürlük,mevki başka insanlık başkadır kardeşlerim.İşyerinde de olsanız,evde de olsanız,yolda da olsanız birinin yardıma ihtiyacı varsa yardım etmek insanlıktandır. Korkmayın zirvedeki egonuz yere yuvarlanmaz,belki insanlığınız da egonuz seviyesine çıkar.Bir deneyin korkmayın sakın...

2 Kasım 2010 Salı

                                                                
Dışarda hissediyorum kendimi.Boşlukta,yapayalnız...İçinde bulunduğum hiç bir ortamın içinde değilim aslında,sadece orada öylece duruyorum.Hem yalnız olmak istiyorum hem de yalnız hissetmemek.Konuşmak istiyorum ama konuşmaya çalışan ben olmayayım istiyorum,onlar gelsin konuşsun istiyorum.Ruh halime göre davete katılmak ya da en kibirli halimle şimdi konuşmak istemiyorum demek istiyorum.

Uzun zamandır bu denli kabuğuma çekilmemiştim.Ama kabukta yaşamıyorum, geziyorum dolaşıyorum bazen güldürüp bazen gülüyorum.Ama derinlerimde yapayalnızım.Depresyonun dibini görüyorum ki ben en fazla 4 gün depresif olabilirim.Sonrasında kendimden sıkılıp,hayat güzel eğlen coş moduna girerim.Ama bu sefer bu kadar kolay örtemedim üstümü.

Yüzüm her birine ayrı isim takmak istediğim sivilcelerle doldu,taştı.Ergenlik sivilcesi de acısı da geçip gidiyor.Peki yetişkin acı ve sivilceleri...

Aslında her şey onu bir gelinin yanında damatlıkla görmemle başladı.Hakkını yemeyeyim bu sefer damatlık daha çok yakışmış.Sanırım insan tecrübeli olunca daha iyi seçmeye başlıyor.Aynı performansı kendimde de bekliyorum.
Gördüm evet...Olmaz dediğim,bir heves dediğim oldu da bitti maşallah kıvamındaydı artık.Olmasaydı da benim payıma düşen hiçbir şey olmayacaktı zaten.Olduğunda da bir şey değişmedi hayatımda sadece artık isim takmak istediğim sivilcelerim vardı.

Biliyorum ben küllerinden doğan bir akrep burcuyum :) (ben değil zoyak söylüyor bunu) Ve yakındır silkinip kalkmam.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Panorama 1453 Müzesi

Keyifsizliği gidermenin en iyi yolu keyifli şeylerle ilgilenmektir demiş bir düşünür.
Hangi düşünür mü tabii ki blog sahibesi olan fazla düşünür arkadaş :)

Hayatımıza renk katmak ve zamanımızı faydalı bir şekilde değerlendirmek için birkaç arkadaş her hafta bir müzeyi gezmeye karar verdik.Bu haftaki durağımız Topkapı'da ki Panorama 1453 Fetih Müzesi oldu.
Müze dediğime bakmayın,sanki bir dünyanın içerisine giriyorsunuz.Müze küçük ve ziyaretçi sayısıda fazla olunca,içerdekiler çıkınca yeni ziyaretçileri alıyorlar.Biz de heyecanla girmeyi bekliyorduk.Merdivenlerin başında beklerken Fatih Sultan Mehmet ve fetihle ilgili yazıları okuyorduk.Merdivenden yukarısı baya karanlık duruyordu..Hani sinema salonuna girerken karanlık bir koridordan geçersiniz ya aynen öyle gözüküyordu.Ama sonradan anladık ki hiçbir şey göründüğü gibi değil.Dışardan bakmak başka,içinde olmak başka şeymiş.(Felsefi sözlere dikkat lütfen :))

Merdivenlerde çıkınca tam ne olduğunu seçemeden,eliniz güneş gözlüğünüzü ararken bir de bakıyorsunuz ki ne güneşi !  kapalı alandasınız.Güneş sandığınız şey ise panoramik bir resim ve sanırım ışıkla aydınlatılmış.
Zaten müzenin tanıtımında ; ziyaretçiler ilk 10 saniye şaşırıp kalıyor diyor ve aynen böyle de oluyor.
Müze çok küçük 15 dakikada gezilmesi gerekiyor.Ve genelde okullar geldiği için fazla kalabalık ve gürültülü.İstanbul'un fethinde bile belki bu kadar ses,kargaşa yoktur :) İnsan hiç çocuk olmamış gibi büyünce hemen de söyleniyor bu çocuklara.Biraz sessiz olun,hişşttt diye.Yaşlandık mı ne :)


Müzenin çok güzel resimlerini çektim,en kısa zamanda paylaşacağım.

Müze kart geçmiyor.Giriş ücreti 5 tl,öğrenci içinde 3 tl.Ayrıca sesli anlatım var o da 5 tl.Biz almadık ama siz alın ve anlatımı da dinleyin.Daha zevkli olur.


Müzenin sitesindeki tanıtım 

Burada İstanbul'un fethine yeniden tanık olacak ve kente giriliş anını neredeyse aynen yaşayacaksınız. Macar topçu ustası Urban'ın döktüğü toplara dokunup Kostantinopolis'in surlarına doğru onların patlamalarına şahit olacaksınız. Sultan II. Mehmed'in binlerce askerinin tekbir seslerini ve Mehter Marşı'nı duyup, belki de eşlik edeceksiniz.


Panorama’nın kalbi olan resim, 38 metre çaplı bir yarım küre üzerine yapılmıştır. Yarım kürenin iç yüzeyini kaplayan resim, 2350 m2 olup, resimle ziyaretçi platformu arasındaki 650 m2'lik 3 boyutlu objeler platformuyla birlikte, toplam 3000 m2'lik dev bir büyüklüğe ulaşmakta ve ziyaretçiyi her yönden kuşatmaktadır.
 
Müzenin, panoramik resim ile ilgili çalışmalarına 2005 yılında başlanmış, 2008 yılında tamamlanmıştır. Bu çalışma 8 sanatçı tarafından yapılmıştır. Resimde 10.000 figür çizimi vardır.
 
Çerçevesi ve sınırı olan bir resim, ne kadar derinlik ve üç boyut duygusu uyandırırsa uyandırsın çerçevesini ya da sınırını görebiliyorsanız, onun sizden ne kadar uzakta asılı olduğunu anlarsınız. “İSTANBUL 1453 Panoramik Müzesi”ndeki çalışmada resmin bittiği yer diye bir şey olmadığı için, resme bakan kişi optik alışkanlıklarıyla eserin gerçek boyutlarını kavrayamayacaktır. İzleyici, platforma çıktığı anda 10 saniye kadar sürecek bir şok yaşamaktadır. Bu durum, resmin gerçekliğini ve boyutlarını kavramayı sağlayacak referanslar, başlangıç ve bitiş gibi dayanak noktaları bulamamanın şaşkınlığıdır. Burası insana, kapalı bir mekâna girildiği halde, bir şekilde tekrar üç boyutlu dış mekâna çıkılmış duygusunu yaşatmaktadır.

http://www.panoramikmuze.com/

Doğumgünümmüş...

Doğumgünüm.

      Mutlu mu olmam gerekiyor?
                             
  Değilim...

Geleceğe iyimser bakacak gücüm de,umudum da yok.

22 Ekim 2010 Cuma

Mantık oyunları

Buldum,buldum canım sıkılınca neyle uğraşacağımı buldum.Mantık oyunları çok severek oynadığım bir oyun.Oyun dediğime bakmayın sudokunun cümleli hali gibi.İpucu olarak verilen bilgilerden yola çıkarak kim kiminle nerede ne zaman gibi sorulara cevap arıyorsunuz.Çok eskiden bulmaca hastalığına tutulduğumda çözmüştüm bu sorulardan.

Kitapçıda gezerken tekrar karşıma çıktı bu küçük kitap ve hemen edindim.İşten eve dönüş yolunda çözmeye çalışsamda servis karanlık olduğu için çözümü işyerinde arıyorum.Hem de işyerindeki boğucu havayı dağıtmış oluyorum.Yaşasın mantık oyunları...

Reçetenize zihin açıcı,sıkıntı giderici,dert tasa unutturucu bir kitap yazıyorum.Edininiz lütfen :)



20 Ekim 2010 Çarşamba

Nazım Hikmet Ve Yahya Kemal Beyatlı

Yahya Kemal Beyatlı,Celile Hanım'a tutkundur,aşıktır ama onların aşkı mutlulukla sonlanmayacak bir aşktır.Yahya Kemal evlenmeye bir türlü yanaşmaz.

Celile Hanım,sevdiği adamdan aldığı son mektuptan sonra ülkesini terkedip Paris'e yerleşir.

Celile Hanım,Nazım Hikmet'in annesi,Yahya Kemal'de hocasıdır.Yahya Kemal'in, bir gün pardesüsünün cebinde eline bir kağıt takılır.Kağıtta,"Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz" yazmaktadır.Celile Hanım'ın bu mektuptan asla haberi olmaz.Ve aldığı son mektupla ülkesini terkeder.

Yahya Kemal'in meşhur şiiri sessiz gemi aslında bu aşk için yazılmış.

Sessiz Gemi

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden


Yahya Kemal hiç evlenmez.Öldüğünde evraklarının içinden iki kurmuş çiçek yaprağı olan bir zarf bulunur.Üzerinde "Bu zarfın içindeki hatıra,19 Ağustos 1930'da Sirkeci garında gece saat 10'da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir.Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim." yazmaktadır.

Kaynak

17 Ekim 2010 Pazar

Pera Lounge ve Topkapı Sarayı

Gezmeye görmeye meraklı biri olarak İstanbul'daki tarihi yerleri gezmediğimi farkettim.Oysaki Dünya'nın bir ucundan insanlar bu güzel şehri görmeye geliyorlar.Bizse elimizin altındakilerin kıymetini bilmiyoruz.Nasıl olsa daha buralardayız deyip hep seçimimizi başka yerlerden kullanıyoruz.Artık buna bir son :) dedim ve tarihi yerleri gezmeye karar verdim.
Kıymetli arkadaşlarımdan biriyle ilk durağımız Topkapı Sarayı oldu.Müze kart edinerek gezmeye başladık.Kart ve bilet kuyruğu baya yoğundu.Ziyaretçilerin çoğunluğunu turistler oluşturuyordu.
Ve sarayı gezmeye başladık.Çok kalabalık olduğu için sıraya girip geziyorsunuz,bunun içinde hızlıca gezmek gerekiyor.Daha sakin bir zamanda tekrar gezmek isterim.Fotoğraf çekmek yasak olduğu için çekemedim maalesef.Gerçekten çok güzel eserler sergileniyor,bunlardan en önemliside kaşıkçı elması.

Efsaneye göre: 1774 yılında Pigot adında bir Fransız subayı, bu elması Hindistan'ın Madaras Mihracesi'nden satın alıp Fransa'ya götürür. Bir zaman sonra tekrar satılığa çıkartılan elması Napolyon'un annesi satın alır ve uzun süre göğsünde taşır. Ne var ki, Napolyon sürgüne gönderildiği zaman, oğlunu kurtarabilmek için, annesi de elması mecburen satılığa çıkartır. İşte o sırada, Fransa'da bulunan Tepedelenli Ali Paşa'nın bir adamı, paşa adına 150 bin altın ödeyerek elması satın alır ve paşaya getirir.
Sultan II. Mahmud zamanında, Tepedelenli Ali Paşa, devlete karşı ayaklandığı gerekçesiyle öldürülür, paşanın varlıklarına el konulur ve nesi var nesi yoksa Osmanlı Hazinesine gönderilir. Böylelikle, Napolyon'un annesinden satın alınan "Kaşıkçı Elması" hazineye girmiş olur.
Bir başka rivayete göre ise:1699 yılında İstanbul'da Eğrikapı çöplüğünde dolaşan baldırı çıplak takımından bir elmasın adı da buradan gelir. Kaşıkçı götürür, bu taşı bir kuyumcuya 10 akçaya satar. Kuyumcu taşı arkadaşlarından birine gösterir; kıymetli bir elmas olduğu anlaşılınca sus payı ister. Aralarında kavga çıkar. Mesele Kuyumcubaşıya akseder. Kuyumcubaşı kavgacıların eline birer kese akçe vererek taşı alır. Fakat bu sefer de olayı sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa duyar, taşı kendisi için satın almaya hazırlanırken, mesele Padişaha akseder. IV. Mehmet(Avcı Mehmet) bir Hattı Hümayun ile elması Sarayı Hümayuna getirtir ve Saray elmastraşına verilir. Eğrikapı çöplüğünde bulunan taş işlenince meydana 86 karatlık nadide bir elmas çıkar. Kuyumcubaşıya Kapıcıbaşılık rütbesiyle bir kese bahşiş ihsan olunur.

Kaşıkçı elması'nın çevresini iki sıra 49 adet pırlanta kuşatmaktadır. Bu haliyle elmas, yıldızların ortasında pırıl pırıl parlayıp gökyüzünü aydınlatan bir dolunayı andırır.

Gelelim yazının diğer konusu olan Pera Lounge kısmına.Topkapı Saray'ındaki mağazayı gezerken kulağımıza çok hoş bir melodi çalındı.Pera Lounge'dan geliyormuş bu güzel melodi.Can Atilla,Yasmin Levy,Ömer Faruk Tekbilek gibi sanatçıların eserlerinden oluşan enstürmantal bir albüm.Merak edenler buradan dinleyebilir.
Pera Lounge

12 Ekim 2010 Salı

Güneydoğu notları

Harran,Şanlıurfa'ya bağlı bir ilçe.Kubbeli evleriyle meşhur.Dünyanın ilk üniversitesi burada kurulmuş.Günümüze birkaç kalıntı kalmış üniversiteden.

Harran'a giderseniz Harran kültür evine mutlaka uğrayıp yöresel kıyafetlerle fotoğraf çekinmeyi ihmal etmeyin.Ve allı pullu şallardan da alın.

Adem'le Havva ve Harran

Söylenceye göre, şeytana uydukları için cennetten kovulan Adem'le Havva, dünyaya ilk kez Harran Ovası'nda ayak basmışlar. Bu, bir anlamda insan varlığının ve ilk uygarlık adımlarının Harran'da atıldığını düşündürüyor.
Havva elinde buğdayla kovulmuş cennetten.Elindeki buğdayla toprağı işleyemeyince Rabbine yalvarmış ve gökten iki hayvan inmiş.Bu hayvanları tarlaya sürerek buğdayı ekmiş ve ilk ekmeği yapmış.Bu nedenle ekmek diğer nimetlerden ayrı olarak daha bir kutsaldır.

11 Ekim 2010 Pazartesi

Hatay,Harbiye,Defne (Gap turu)

DAPHNE EFSANESİ

Zeus'un oğlu Işık Tanrısı Apollon, ırmak kenarında genç ve güzel bir kız görür. Bu eşsiz güzelin adı Defne'dir. Apollon'un içinde arzular uyandırır. Onunla konuşmak ister. Fakat Defne, Işık Tanrısı'nın içinden geçenleri anlamıştır. Kaçmaya başlar. O kaçar, Apollon kovalar. Çapkın Tanrı bir taraftan kaçma seni seviyorum diye bağırır. Defne ise Tanrılarla sevişen kadınların başlarına neler geldiğini bildiği için korkuya kapılır ve kaçmaya devam eder. Apollon'a gelince, bu güzel periyi mutlaka yakalamak istemektedir. Aralarındaki mesafe gittikçe kısalır ve bir an gelir ki Defne, Apollon'un sıcak nefesini saçlarının arasında duyar. Artık kurtuluş imkanı kalmadığını anlayan Defne, birden durur ve ayağı ile toprağı kazıyarak şöyle bağırır:
-"Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru".

Bu içten yalvarış üzerine Defne organlarının ağırlaştığını, odunlaştığını hisseder. Olgun göğsünü gri bir kabuk kaplar, kokulu saçları yapraklara dönüşür, kolları dallar halinde uzar, körpe ayakları kök olup toprağın derinliklerine dalar, bir defne ağacı oluverir.
Bu manzara karşısında şaşıran Apollon, Defne'nin ağaç oluşunu hayret ve üzüntü ile seyreder. Sonra da sarılır ve sert kabukları altında hala çarpmakta olan kalbinin sesini duyar ve şöyle seslenir:
-"Defne, bundan sonra sen, Apollon'un kutsal ağacı olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yaprakların, başımın çelengi olacak. Değerli kahramanlar, savaşlarda zafere ulaşanlar, hep senin yapraklarınla alınlarını süsleyecekler. Şarkılarda, şiirlerde adımız yanyana geçecek".
Bu tatlı sözler üzerine Defne, dallarını eğerek Apollon'u saygı ile selamlar.

İşte bu öykünün geçtiği yer bugünkü Harbiye'dir.

Apollon teessür ve heyecan içinde o ağacı amblem olarak aldı ve parlak yapraklarından başına bir taç yaptı. İşte o zamandan beri şiir ve silah zaferi Defne dalı ile ödüllendirilir ve Defne'nin gözyaşları bugün hala Harbiye'de şelaleler meydana getiriyor.


10 Ekim 2010 Pazar

Sabah sabah hem de bir pazartesi sabahı "seni de sohbetini de özledim " yazan bir mail okumaktan daha güzel ne olabilir? Özlenen,sevilen olmak insanın en büyük psikolojik ihtiyaçlarından biridir.İnsanız ve sevmeye,sevilmeye muhtacız.Muhtaçlık acizlik demek değildir,çok güçlü ama bir o kadar da narin ve yalnızız demek oluyor.Çok güçlü,başarılı,zengin olabiliriz ama özleyen,seven,birşeyler anlatırken gözümüzün içine bakan bir arkadaşımız yoksa yalnız ama çok yalnızız demektir.

Zaman zaman aslında bu aralar genellikle arkadaşlarımın davranışlarını sorgular oldum.Gerçek ve sahte duyguları ayırmaya çalışır oldum.Ama çok yorucu bir şey,gücüm yetmiyor buna.Her sıradan insanın yaptığı gibi akışına bırakır oldum.Sorgulamaktan ziyade zaman geçirmeye çalışıyorum onlarla.İki dakika önce tanışılan bir insana bile canım denilen bir sosyal dünyada gerçek samimiyeti ayırmak çok zor olsa gerek.

8 Ekim 2010 Cuma

Kelaynak Sadakati

Kelaynaklar nesli tükenmekte olan kuşlar(mış) Birecik'te ki kelaynak çiftliğinde bu kuşlar koruma altına alınmış ve sayıları çoğaltılmaya çalışılıyor.Yanlış hatırlamıyorsam sayıları 12'den 104'e çıkarılmış.Tel örgülerle kuşlar kafese alınmış.Kafes dediğime bakmayın,kuşların konakladıkları kayaların önüne ve üstüne tel örgü çekilmiş.Aslında zamanında sayıları oldukça fazlaymış,fakat zirai ilaçlar yüzünden nesilleri tükenme noktasına gelmiş.

Gelelim her insan evladında olması gereken,aranılan özlenilen özelliklerine.Sevimli kelaynakların erkek kısmı tek eşli oluyormuş.Her sene çiftleşme döneminde aynı dişiyle çiftleşiyorlarmış.Dişileri öldüğü zaman bazıları yemeden içmeden kesiliyor,bazıları da kayalıklardan kendilerini atarak intihar ediyorlarmış.
İntihar biraz abartı ama sadakat kısmında kelaynakların örnek alınmasını tavsiye ediyorum.Allah herkese kelaynak sadakatinde eşler,sevgililer versin inşallah.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Yorun beni !

Anladım ki fiziksel yorgunluklar zihinsel arınmayı da beraberinde getiriyor.Beden ne kadar yorulursa akla boş düşünceler o kadar az uğruyor.Bedenin ağrılarından zihnin sayıklamalarına fırsat kalmıyor.Oysaki masa başında,bilgisayar el altında çalışılıyor hele ki işlerde çok yoğun değilse vay zihnimin haline.Ona buna,Ayşe'ye Fatma'ya kafayı takmalar,yok gözünün üstünde niye kaşı var demeler,Kah neşe içinde salınmalar,kah gereksiz depresyonun dibine vurmalar.Bunların hepsi bedenimin dinginliğinden oluyor biliyorum.
Beni bir odaya kapatsınlar,bir sürü ama bir sürü klasör yığsınlar önüme,al bu sorunları çöz desinler.Ama o odada tek başına olayım,inan daha mutlu olacağım.

Ets tur ve Gap

Evet girişi yapıyorum.Geriside zamanla gelir.

17 eylül cuma akşamı Ets turla güneydoğu yolculuğumuz başladı.4 heyecanlı arkadaş koltuklarımızda yerimizi aldık.Elimizde tur programı,heyecanlı gözlerle yolculuğumuza başladık.

Bu yazımda genel olarak turdan bahsedeceğim.Şehir şehir detayları notlarıma ulaşınca yazacağım.Detay deyince gözünüz korkmasın, benim detaylarım bilinmedikler üzerine olacak.Rehbermizden bir çok şey öğrendim.Gerçekten donanımlı bir rehberdi.

Anladım ki rehber olmak kolay bir iş değilmiş.Özellikle güneydoğu gibi medeniyetlerin merkezi,tarihin ve mimari dokunun iyi örneklerinden olan bir yeri anlatmak için sadece rehberlik okumak yetmezmiş.Coğrafya,tarih,dinler tarihi,mitoloji,sanat tarihi ve genel kültürden baya nasiplenmiş olmak gerekiyor.Rehberimizde tüm bunların hakkını verecek nitelikteydi.Anlattığı hikayelerle tarih,mitolojiye büründü ruhuma girdi.

Ets turla ilgili fikirlerimi belirtmeden geçmek istemiyorum.Tur şirketi arayışındayken pek fazla deneyim bilgisi edinememiştim.Genelde insanlar gezip gördüğü yerleri anlatmış,tur şirketini es geçmişler.Ben benim gibi arayışı olanlar için yazım kaynak olsun istiyorum.
Ets tur,genel anlamda iyiydi.Programa çoğunlukla sadık kaldı.Antakya konaklamasını Adana olarak değiştirdi.Antakya'da kalmak daha iyi bir seçenekti ama Adana Hilton'a girince tüm fikrim değişti :)
Güneyde deniz,kum,güneş tatili yapmak varken Güneydoğu'yu seçen biri için biraz tuhaf olabilir ama Hilton bir başkaydı.Galiba tiki tarafım devreye girdi :) Ama insan kaç defa Hilton'da kalabilir ki.Dünya gözüyle pufidik yataklarında yattık,havuzundan bile faydalandık :) Antakya'da konaklamama suçunu Hilton'la örtpas ettiler,ses etmedik :)

Kayseri'deki İbis Otel hariç Ets'nin seçtiği tüm oteller gayet güzeldi.Hilton dışında Gaziantep Tuğcan Otel'de son derece güzeldi.Özellikle tatlıları kilomda artışa sebep oldu.

Gelelim turun fiyasko oteline.Kayseri konaklamamız olmamasına rağmen son gün İbis Otel'de konakladık.İki yıldızlı bir oteldi,kaliteside ona göreydi.O kadar ki yemeklerinden midemiz bozuldu.Dönüş yolumuz sayelerinde sancılı geçti.Ve rehberimiz bu hususta sınıfta kaldı.İnsan olarak beklediğim desteği göremedim maalesef.Detay verip konuyu uzatmak istemiyorum.Sonuç olarak Ets Tur; rehber olarak çok iyi,oteller konusunda bir otel hariç gayet iyi,sorunları çözme konusunda ise oldukça duyarsız.

5 Ekim 2010 Salı

Güneydoğu

8 gece 9 gün süren Güneydoğu gezimi ara ara anlatacağım.Güzel yerler gördüm,keyifli hikayeler dinledim,tarihe dokundum..Zaman bulunca yavaş yavaş anlatacağım meraklılarına.

16 Eylül 2010 Perşembe

Murakami ve Dostlar

Sabah çok güzel bir sürprizle karşılaştım.Uzun zamandır hediye almadığıma mı üzüleyim,kıymetli bir arkadaşımın bana yaptığı sürprize mi sevineyim bilemedim.İyimser davranıp sevinmeyi seçiyorum.Ama hüznümde bende saklı kalıyor.

Haruki Murakami; Bu yazarın varlığından sevgili Zeren sayesinde haberim oldu.Roman okumayan biriydim ama Murakami fikrimi değiştirdi. İmkansızın şarkısını bir çırpıda okudum.Sırada diğer kitapları vardı.

Bugün yapacağım Gap turunu fırsat bilerek arkadaşımdan bana kitap almasını istedim,benim hazırlıklardan dolayı zamanım yoktu.Asıl istediğim kitabı Zemberek kuşunun güncesiydi fakat 33 tl olan fiyatını görünce hemen yana kırıp Yaban koyununun izindeyi almasını istedim.

Ve sabah uykudan uyanınca bir de ne göreyim.Sınırın güneyinde,güneşin batışında beni bekliyor ve yanında  pembe pembe hediye paketi var.Hemen açtım ve Zemberek kuşunun güncesi ve yaban koyununun izinde bana göz kırpıyor ;)  Ve küçük bir paket daha, buzdolabı mıknatısı ; arkadaşlıkla ilgili çok güzel bir yazı.
Ne mutlu oldum anlatamam size.İnsan ummadığı anda sürprizlerle karşılaşınca etkisi daha büyük oluyor.

Bazen arkadaşlarımdan yana çok dertli oluyorum ama bazılarının hakkını yememeliyim.Benim mutluluğumu önemseyen birileri var,ne mutlu bana...

15 Eylül 2010 Çarşamba

Biz Nereye....

Bıktım bu yarışlardan,kapışmalardan.

İlerleyen teknoloji,popüler kültür,imkanların sınırsızlığı,kolaylık,rahatlık.Bunlar günümüz dünyasının nimetleri.Ama rahatlığının yanında da farkında olabildiğimiz,olamadığımız yan etkileri var.En basiti facebook.İnşallah en kısa zamanda kapatırlar :) Sabah kendimi birden hırsıma kurban giderken buldum.Gözümü kazanma hırsı bürümüştü,en iyi ben olmalıydım.O oyunda diğerinin önüne geçmeliydim.Nasıl olur da beni geçerdi.
Bahsettiğim facebooktaki oyunlardan biri.İlk başta keyifli geliyor insana,zaman öldürmek için birebir.Ama bir yandan da diğer arkadaşlarının puanlarını görüyorsun.Alt sıralamalarda olmak istemiyorsun.Her gün girip oynuyorsun.Derken 2.sıraya yerleştim ,gözümü 1.ye diktim.Ama bu oyun daha da bağımlı yapmak için galiba sürekli yeni oyuncular bulmanı istiyor.Kabul etmeyenler olduğu için yeterli sayıya ulaşamadım.ama içim rahattı ne de olsa 2.ydim.Ama sabah baktım ki 3.olmuşum.Hımm nasıl olur da o beni geçerdi.Yemedim içmedim oyuncu arayışına girdim.Hızımı alamadım sahte profiller oluşturmaya başladım.Sonra vazgeçtim.Bu ne hırs dedim.Alt tarafı zaman öldürücü bir oyun.

Bu ve bunun gibi bir sürü kötü özellik giriyor hayatımıza.Sürekli açık veya gizli yarış içindeyiz.En güzel olayım,en iyi ,en akıllı olayım,en çok benim arkadaşım olsun.

Bir adım gerisinde durmaya çalışsam da zaman zaman tam ortasında buluyorum kendimi bu girdabın.

Bir örnekte eleştirel olmak,farkında mısınız.Artık daha çok eleştirel olduk.Neden? Çünkü tv de genelde programlar eleştiri üzerine.En güzel örmek yemekteyiz programı.Çatur çutur bütün yemekler (nimetler) eleştiriliyor.Biz de izleye izleye annemizin bir zamanlar tadından yemeye doyamadığımız yemeklerini ufak ufak eleştirmeye başlıyoruz.Misafir olduğumuzda ev sahibini eleştiriyoruz.Moda programlarından sonra arkadaşlarımızın,hatta sokakta gördüğümüz hiç tanımadığımız insanların kıyafetlerini eleştriyoruz.
Çünkü eleştirmek en kolayı,en zevklisi.Hayatında bir tencere yemek pişirmemiş birinin yemek eleştirmesi ne rahattır değil mi?

İşin özü; artık herşeyimiz var,herşey parmaklarımızın ucunda ama her seçim bir diğerini kaybediştir.Rahatlığı,özgürlüğü seçtik seçtirildik ama ruhumuzu,sevgimizi,saygımızı kaybetme noktasına geldik.

Yaşasın en sonuncu olmak,başarısız olmak,kötü güyünmek,kötü yemek yapmak,hırslarından sıyrılmak.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Gap Turu

Kısmetse cuma akşamı gap için yola çıkıyoruz.Binbir zahmetle ayarladık bu turu inşallah emeklerimize değer.

3 Eylül 2010 Cuma

Engelleri Aşalım

Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi engelliler için çok güzel ve kolay bir yardım kampanyası başlatmış.Kim derdi ki plastik kapakların topluma bir faydası dokunacak.Boyu,rengi hiç önemli değil toplayabildiğimiz kadar plastik kapak toplayıp 0 216 570 50 99 Alo Çevre Hattını arıyoruz,kapakları teslim alıyorlar.250 kg kapakla 1 tekerlekli sandalye alınabiliyormuş.Bir kişinin bu kadar toplaması imkansız tabii ama damlaya damlaya göl olur.Aslında lokantaların bu konuda çok yararı olabilir.Su şişelerinde oldukça fazla kapak çıkıyordur.Umarım bu proje bir şekilde onlara ulaşır ve yardımları dokunur.
Keşke işyerim böyle konulara duyarlı olsada hep beraber bir hayrımız dokunda.Ama maalesef oldukça duyarsız insanlarla çalışıyorum.Öyle ki bir ara tv de bir program izlemiştim,adamcağızın biri kullanılmış kağıtları gelip topluyor ve onları satıp kurduğu hastanede hastaları tedavi ediyordu.Bende iletişime geçip bir kaç tane atık kağıt kutusu getirtmiştim.Ne oldu dersiniz? Kağıt yerine çöp attılar kutulara,bir süre sonra da görüntüyü bozuyor diye kaldırdılar.

Umarım duyarlı insanlarla bu proje amacına ulaşır.
Bilgi için ege üniversitesi

Açıkhavada tiyatro

Şehir tiyatrolarının Cemil Topuzlu'daki oyunlarının bilet satışları 1 Eylül'de başlamış.Ben de hemen İstanbul Efendisi'ne rezervasyon yaptırdım.Google araştırmalarına göre eğlenceli,keyifli bir müzikalmış.Gidip göreceğim bakalım ne kadar iyiymiş :))

Bilet fiyatları 5,5 tl ile 8 tl arasında.Tiyatronun en güzel tarafı da fiyatlarının makul olması.Yaz için güzel bir seçenek tavsiye ederim.

Detaylı bilgi için; İbb

2 Eylül 2010 Perşembe

Konak,Galata

Galata kulesini yakından hiç görmemiştim.Meğerse ne devasa bir yapıymış,oldukça uzun ve geniş.İçine girmek henüz kısmet olmadı ama yakındır.Gittikçe yakınlaşıyorum ona.Otobüsle geçerken görürdüm,şimdi ise dibinden gördüm :) Yakındada balkonundan eşsiz İstanbul manzarasını izlerim.

Galata kulesinin etrafında çok güzel mekanlar var.Bu yerlerden birisi de Galata Konak Cafe.Terasından tüm İstanbul gözlerinizin önündedir efendim.Bir yanınızda Galata kulesi,karşınızda Haliç manzarası.Akşam manzarasını varın düşünün artık.

Manzara karşısında iftar yapmanın tadıda ayrı oluyor.Açlığınızı manzarayla unutuyorsunuz neredeyse.Gidip görülmesi gereken bir yer.Fiyatları biraz pahalı ama manzarayı hesaba katarsak arada bir gidilebilecek bir yer.Tavsiye ederim.

konak cafe

1 Eylül 2010 Çarşamba

Sonbahar

Yaşasın sonbahar geliyor.En sevdiğim mevsim,doğduğum mevsim.Gel git ruhumun kaynağı mevsim.
Biliyorum daha erken ama bugün yağmuru görünce sonbaharın kokusunu aldım,hoşuma gitti.Evet dondum,az sıcak olsaydı dedim mi evet dedim ama sonbahar her haliyle güzeldir.Bazen sıcak,bazen soğuktur ama ne dondurur ne de nemden yapış yapış yapar.En romantik mevsimdir.Sizin sevgiliyi tutan eliniz sonbaharda terledi mi hiç? Terlemez,sıkı sıkı yapışır.Üşüyen kollarınız onun saran kollarıyla ısınır.Yaz öyle midir hiç,kendi sıcaklığından boğulurken insan bir sıcaklık daha istemez.

Sonbahar, mevsimim benim.Hüzünlerim,mutluluklarım,ağrı kesicim.Tiyatro,sinema,kitap,atkı,bere,kapşon mevsimim.

Hee bu arada sevgili mevsimim tamam yüzünü gösterdin ama birden bastırma lütfen.Ben daha Gap turuna gideceğim.Sürekli yağmur yağar hava soğuk olursa tadı çıkmaz be! Sen biraz es ama deli deli esme şimdilik.

24 Ağustos 2010 Salı

Az önce arkadaşımdan, kadın dediğin ile başlayan bir mail geldi.Can Dündar'ın böyle bir yazısı vardı,kadının saçları güzel olmalıymış,mis gibi kokmalıymış gibi şeyler yazıyordu.Bu sefer ki ise Can Yücel'den gelmiş.Yine kadın dediğin diyor

Efenim ne kadınmışız  anlat anlat bitmiyoruz,erkeklerin istedikleri kadın tanımları, peşi sıra uzayıp gidiyor.Kadın dediğin bulaşık yıkasın ama eli deterjan kokmasın,ev tertemiz olsun ama çamaşır suyu kokmasın,güzel yemek yapsın ama üstüne dökmesin.Yatakta fırtınalar estirsin ama erkeğin ilki olsun.Söz dinlesin ama pısırık olmasın,çocuklarına iyi bir anne olsun ama abartmasın kocasına da şahane bir eş olsun.Hem de işe gidip çalışanı olursa daha şahane olur ama erkekten fazla kazanmasın,bir de erkekten sonra eve girmesin.Erkek geldiğinde yemeği hazır olsun,yemekten sonra da karısı hazır olsun ;)

Kadın olmak ne ağır işmiş arkadaş,bende erkekler için yapıyorum listemi.

Erkek dediğin,temiz olmalı.Temizden kastım jöleli saçlar,parfüm kokan vücutl değil.Temiz koksun,banyo yapsın 2 günde bir,dişlerini fırçalasın.Kirli sakalı olsun ama temiz olsun.Erkeğin göbeklisi,evin balkonlusu eskidenmiş,artık herkes balkonunu kapatıyor.Erkeğin fiti makbul bugünlerde.Vücut çalışmış gibi kaslı olmasın ama tüy sıklet de olmasın.Kolunu tuttun mu cıvımasın etleri,taş gibi dursun elinin altında.
Erkek dediğin,yalansız olsun,dürüst olsun.Karısına yardımcı olsun,eve gelip koltuğa devrilip yatmasın iki işin ucundan tutsun.Ön sevişmeden haberi olsun,kadından beklemesin her şeyi.
Erkek dediğin taşı sıktımı suyunu çıkarmalı,gerekirse limon satmalı yine de evine boş gelmemeli,şansını kendi yaratmalı.Mız mız huysuz narin olmamalı,alttan almalı,kadının nazını çekmeli.

Bu listede böyle uzar gider.Kadın erkek istekleri asla bitmez ama kadının işi daha zor gelin bunu kabul edelim.

22 Ağustos 2010 Pazar

Kalabalık bir arkadaş grubum var.Zaman zaman buluşuyoruz.Doğumgünlerini kaçırmıyoruz,nerdeyse her ay bir kişinin doğumgünü olunca ayda bir görüşüyoruz.Bir de ramazanda bir iki defa yemeğe gidiyoruz.Dün saydık 18 kişiyiz.Ve bunların 6 sı çift,yani 12 kişi çift geziyor.Geriye kalan 6 kişi çiftini bekliyor.İnsan bu kadar evli çiftin yanında kendini ezik büzük hissetmiyor değil.Hele ki bir zamanlar karşı taraftayken şimdi tam tersi safta olunca o eziklik çifte katmerli oluyor.Etrafına bir bakıyorsun el ele göz göze çiftler,canım cicim sözcükleri.Hemen anılarım geliyor aklıma daha bir sıkıntı basıyor içimi.Bunların hepsi yeni evli ,daha cicim aylarındalar.Düşünün karşı saftaki sıkıntıyı.Bazen o kadar sıkılıyorum ki hıçkırarak ağlamak istiyorum,hani biri yanlışlıkla ayağıma bassa onu bahane edip ağlayacağım.Gözyaşlarım kirpik diplerimde hazır kıta bekliyor.Bazen de off canınız cehenneme deyip gitmek istiyorum.Kalabalığın içinde yapayalnız hissetmek,en fenasıdır.Bazen başa çıkmak mümkün olmuyor,bastır bastır nereye kadar bilmiyorum.

15 Ağustos 2010 Pazar

Ketum

Karşında öyle boynu bükük,mahsun oturan,belli ki bir derdi olan arkadaşın sana bir şey anlatmıyorsa onun için ne yapabilirsin.Söyleyim kocaman bir hiçbirşey.Derdine derman olamasam bile anlatmakla için biraz rahatlamaz mı? Evet RAHATLAR. Ama nedense bazı insanlar hayatlarını anlatmakta bana göre oldukça anlamsız derecede ketumlar.Tamam herşeyi anlat demiyorum,insanın kendine sakladığı bir şeyleri olması gerektiğini öğrendim artık ama biraz dök içini,azıcık rahatla,ucundan kıyısından anlat be arkadaş.
Yoksa banane,özellikle ilgilenmiyorum bu durumla,merak edicek başka şeyler var benim için.Benimkisi sadece üstündeki yükten az da olsa kurtulmanı istemek.Ama bu türler hep böyledir,kafi sayıda bu türden arkadaşım var.Anlatmazlar arkadaş anlatmazlar.
İlk zamanlar çaresizce sıkıştırırdım onları,ne oldu neyin var neden üzgünsün der,anlatmıyorlar diye çok üzülürdüm.Artık umrumda değil pozisyonuna aldım kendimi.Anlatırsa dinler,yardımcı olmaya çalışırım.Anlatmazsa keyfi bilir der geçerim.
Dert paylaştıkça azalır,sevinç paylaştıkça çoğalır demişler arkadaş.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Canım sıkılınca hep saçmalarım.Saçmaladıkça canım daha da sıkılır.Mesela aklımda kalmış bir ara gönül sazımı titretmiş eskileri araştırırım nerden mi? tabii facebookdan.Ah bu facebook yaktı beni.
Bakarım adamlar evlenmiş,aman ne güzel der geçerim.Sıkılınca yine bakarım sadece profil resimleri gözüküyor,değişmiş mi diye ona bakarım :) Mail adresini bildiklerimin şifresini çözmeye çalışırım,okuyucu gülüp geçme sakın bulduklarım olmuştur.Zira erkekler şifre konusunda biraz zayıflar ee bende biraz zekiyimdir,parçaları güzel birleştiririm.İyi bir çalışma sonunda şifre ellerimdedir.Hatta abartıp adamların haberi yokken gizli sorularını bile değiştirmişliğim vardır.O şifre değiştirir,ben gizli soruyu bilip şifreyi yine değiştiririm.Ama bunların hepsi can sıkıntısından.
İşim gücüm varken o değersizlerin hiçbiri aklımın ucundan geçmez.Boşta kalınca sapıtıyorum elimde değil.Hatta bir defasında zavallının (işin iç yüzünü anlatsam canavar olduğu çıkar ortaya) şifresini kaptım,sürekli maillerini kontrol ediyorum :) Sonra baktım böyle olmayacak,takıntı oldu bende çünkü.Adamda biliyor bildiğimi,umrunda değil.Bende ya şifreni değiştir ya da mail hesabını kapatırım dedim :) Hemen değişti tabii şifre.Bende bir dertten kurtuldum.Bir defasında da birinin gizli sorusunu attım tuttu :) Biraz da şanslıyım galiba.

Hep can sıkıntısından bunlar.Off yine canım sıkılıyor.Biri beni durdursun !!!!!

9 Ağustos 2010 Pazartesi

"Attığın kazıkları saklıyorum sevgilim. Saklıyorum ki; gün gelip bana döndüğünde seni oturtacak yerim olsun."

Kırtasiyeye gelen yaşlı adam -En son ne kadar olur,biraz indirim yapın
Hazırcevap -Yapamıyoruz amca,en son fiyat bu
Amca -Bak şimdi bakkallar şekerden hiç kar etmezler ama yine de satarlar çünkü müşteriler şeker alırken başka şeylerde alırlar
Hazırcevap - O yüzden de hep bakkal olarak kalırlar,hiç market olamazlar

3 Ağustos 2010 Salı

Bozcaada (Tenedos)

Cuma günü Bozcaada'ya gittik.Yok böyle güzel bir deniz.Sürekli ben böyle deniz görmedim arkadaş diye dolanıp duruyorum.Önceden Avşa benim için güzel denizdi,tabii yıllar önceki hali.Birkaç sene önce gittiğimde o güzelliği kalmamıştı.Sonra Datça oldu en güzel denizim.Datça'nın hala çok güzel olduğunu düşünüyorum.Görmeyenler mutlaka görmeli Datça'yı,şiddetle tavsiye ediyorum.
Gelelim Bozcaada'ya.Sit alanı olduğu için yeni bina yapımı yok.Rehberimizin dediğine göre sadece tek katlı bağ evi yapımına izin veriliyormuş.Bağ evi deyip geçmeyin öyle güzel evler var ki,şiddetli börtü böcek korkuma rağmen yaşayabilirim o evlerde.Sit alanı olduğu içinde beş yıldızlı otel yok daha doğrusu hiç yıldızlı otel yokmuş otelde.Güneyde bulabileceğiniz ultra herşey dahil,hizmette sınır yok,gel sırtıma bin seni tuvalete götüreyim durumları yok yani.İyiki de yok.Tatili ;sadece otelde kalıp şunu yedim bunu içtim havuz süperdi diye tanımlayanlar için oldukça sıkıcı gelebilir Bozcaada.

Eski evleri aslına uygun restore edip pansiyon ve otel haline getirmişler.Öyle güzel oteller var ki hayran kalıyorsunuz.Hepsinin kapısında çok güzel çiçekler var.Fotoğraf çekmeden geçmek pek mümkün değil.
Rum ve Türk mahalleri var.Turla Rum mahallesini gezdik.Genelde evler otel yapılmış.
Aslında gezilcek müze,kilise gibi yerler var ama bizim tur bunlarla ilgilenmedi.Arnika turla gittik ve pek memnun kalmadık,oysaki çok iyi şeyler duymuştuk.Tur işi rehber işi oluyor genelde.Şansa iyi rehbere düşünce tur tadından yenmez oluyor.

Tur cuma gecesinden başlıyor.Cumartesi sabahı Bozcaada'da olduk.Otel hazır olmadığı için Ayazma plajına gittik ve akşama kadar denizin keyfini çıkardık.Plajda kabin ve duş mevcut.Kumu tertemiz suyu buzz gibi.
Soğuk deniz sevenleri bile biraz zorlayabilir.Zira ben serin su severim ama beni de biraz zorladı.Allahtan hopp diye suya atarım kendimi zira yavaş yavaş girince insan daha çok üşüyor.Bir iki kulaçtan sonra ısınıyorsunuz.Deniz çok temiz,çok rahat dibi gözüküyor.Akıntı olduğu için serin ve temiz.Yalnız denizin girişi çakıltaşlı biraz zor girip çıkılıyor ama ilerisi kum.Kuma ulaşınca yüzmeye doyamıyorsunuz.Bu arada Ayazma plajı merkeze uzak ama minibüsler var,rahatça ulaşılabilir.

Plajdan sonra otelimize geldik.Tur kalabalık olduğu için 5 otele dağıldık.Bizim kaldığımız Aristo oteldi.Şehir merkezinde küçük bir otel,daha çok pansiyon gibi.Ama odasında banyosu,buzdolabı,televizyonu vardı ve tertemizdi.Otelde biraz dinlendikten sonra ada turuna çıktık.Rehber Rum mahallesine götürdü,biraz anlattı ve serbest zaman hadi tıkının dedi.Bu arada Arnika sadece kahvaltıları veriyor.Pazar kahvaltısı otelden zaten yani sadece cumartesi onlardan.Akşam yemekleri bizlerden.Biraz pahalıya gelmiş oluyor tur.Diğer turlarda 1 akşam yemeği veriyorlar.Bizim diğer tur şirketi turu iptal ettiği için son anda Arnikayı ayarladık.

Akşam adanın tüm sokaklarını dolaştık.Her kapıda fotoğraf çekindik.Karnımız acıkmıştı,güzel bir yer aramaya başladık.Ada olduğu için heryer deniz ürünleri dolu.Lakin biz pek sevmeyiz öyle şeyleri.Bizde lahmacun yedik :) Balık sevenler o ne be diyecekler ama lahmacunda lahmacundu yani.Yayım Pidenin lahmacun ve kiremit köftesini tavsiye ederim.Özellikle köfte çok güzeldi.Yemekten sonra sıra tatlıya gelmişti,rehberimizin önerisiyle Salkım'a da damla sakızlı muhallebi yedik,gerçekten çok güzeldi.Birazda hediyeliklere bakıp,Ada Cafe'de Türk kahvemizi içip otelimize döndük.

2.gün sabah Ayazma Plajına'na gittik.Bİrkaç saat denizin keyfini çıkardıktan sonra merkeze geldik,Bozcaada Kalesi gezilecekti fakat biz gitmedik.Zamanımız kısıtlıydı ve adayı gezmek istiyorduk.Gözümüze kestirdiğimiz hediyelik eşya dükkanlarını gezmeye gittik.Ve Çınaraltı Cafe'de ev yapımı limonata içtik,gerçekten çok lezzetliydi.
Birkaç fotoğraf çektikten sonra arabalı vapura doğru yola çıktık.
Bozcaada'ya giderken otobüsün içinde tıkılı kalmıyorsunuz.Çanakkale ve Geyikli'de arabalı vapura biniliyor.
Manzara süper tabii.

Dönüş yolunda Çanakkale'den Edirne'ye kadar ayçiçek tarlaları ve kavun tarlaları vardı.Ayçiçek tarlasında oturup çekirdek çitlemek vardı be!
Tekirdağ'da mola verip köfte yedik ve İstanbul'a doğru yola çıktık.

Gezi notları
Arnika ile bir daha Bozcaada'ya gitmiyoruz.
Bir daha gidince 3-4 gün kalıyoruz.
Aristo otel güzel orada kalınabilir.
Tam merkezde dışardan görüntüsü çok güzel otelle var ama pahalı olabilirler
Ada Cafe'de Türk kahvesi,Çınaraltında ev limonatası,Yayım Pide'de kiremitte köfte,Salkım'da damla sakızlı tatlı yemeden gelmiyoruz.





30 Temmuz 2010 Cuma

"Özne olmayı bırakıp zamir oldum,edat oldum,yüklem oldum ama senin gibi aşkla ihanet arasına bağlaç olmadım" (Küçük İskender)

"Kolların yok mu senin be kadın ! Neden her seni seviyorum diyene bacaklarını açıyorsun " (Küçük İskender)

27 Temmuz 2010 Salı

Sevgi Böcükleri

Bazen gına geliyor bu sevgi böcüklerinden.Sürekli suratlarında bir gülümseme,herkesi seven,herkesi öven tavırlar.Mevlana dergahından çıkıp gelmiş gibiler.İnsan bu kadar hümanist olabilir mi? Herkesin derdini dinleyip,dert dediğimde dert değil yani kulaklara ziyan zırvalıklar,herkese sarılıp öpmeler.Göğsünde uyutmalar.Benim gibi mesafesi yüksek olanlar için çok anlaşılmaz geliyor.İnsan göğsünde çok sevdiği birini uyutur,çok sevdiği birinin saçını okşar.İnsan herkesi sevebilir mi böylesine.Yok inanmam bu kadarına seviyorum seni sev beni dürtüsü diyorum.Herkes tarafından sevilmek istiyorum o zaman herkesi sevmeliyim içerikli hareketler bunlar.
Hayat herkese eşit davranmıyor,herkes şanslı doğmuyor.Buradaki şans para,imkan değil elbette.İnsanın en büyük şansı güzel bir aile oluyor.Arkadaş,iş,para,ortam bunların hepsi geçici.Oysaki aile bazen bunların gerisinde kalsa da en önemli ve en sadık en gerçek olanı.İhtiyacın olduğu ansda arka sıralardan en öne tam omzun hizasına geçiyor.Sırtını sıvazlıyor,hadi bakalım ha gayret bu da geçecek,ben yanındayım diyor.

Ama o bu konuda şanslı değildi.Sorunlu bir ailenin küçük kızlarıydı.Naif,çekingen,ürkek kendi kozasında küçük bir kız çocuğuydu.Biliyordu,hissediyordu içinde çok başka dünyalar vardı.O sokaktan ötesi vardı hayatta.Ah bir yerden başlasa devamı gelecekti biliyordu.Bir gün oldu başladı.Attı kendini dış dünyaya.Attı da iyi mi oldu,keşke kozasında kalsaydı...

22 Temmuz 2010 Perşembe

Memnun kaldığım,tavsiye etmek istediklerim için illa ki makyaj blogum mu olması gerekiyor.Kesinlikle hayır.Burası benim, istediğimi yazarım deyip,iyiki  almışım etiketini hizmetinize açıyorum.

İlk iyiki almışım ürünüm şampuan ve saç kremi gibi birşey.Maalesef saçlarımla aram hep kötü durumda.
Saçlarım genetik kodlamayla ince telli.Banyodan çıkınca tel tel berbat bir görüntüsü oluyor.Bende yar bana bir çare modunda blogları gezerken Tigi Bed Head Superstar serisiyle tanıştım.Kullanıp memnun kalanlardan esinlenerek hemen sipariş verdim.Şampuan çilekli,gayet güzel kokuyor.Artık şampuanım budur.Bir de elektriklenmeyi azaltan saç kremi gibi bir şey aldım.Onu da banyadon sonra suyu alınmış,nemli saçıma sürüp tarıyorum.Mucizeler yaratmasada saçıma biraz hacim kattı ve elektriklenmesi azaldı.Tavsiye ederim.

http://www.cheapsmells.com/ bu siteden gayet uygun fiyata alabilirsiniz.Birkaç günde elinizde oluyor.


Tigi Bed Head Hair Care, Shampoo (Superstar Shampoo 250ml



Tigi Bed Head Hair Care, Thicken & Volume (Superstar Volumizing Leave-in Conditioner 200ml)

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Eyüp Sabri Tuncer

Eyüp Sabri Tuncer'in kadınlar günü promosyonundan yararlanıp 2 set Perfume Jevels almıştım,Hatta işyerindeki arkadaşları da gaza getirip hep beraber almıştık.O zaman ki promosyonda kolonya bile alsan koca seti hediye ediyorlardı.Şimdi biraz cimrilik yapmışlar.Seti 20 tl ye satıp yanında bir de hediye set veriyorlar.
Set;vücut spreyi,vücut kremi ve el kreminden oluşuyor.Boylarıda gayet iyi.Özellikle vücut spreyi (body splash) yaz için çok ideal.Hafif kokulu,parfüm gibi kolonya.Yazın hem ferahlatıyor hem de mis gibi kokuyor.Koku çok kalıcı değil tabii ama yine de idare eder.Hele ki banyodan sonra hepsini sürünce offf misler gibi kokuyorsunuz.Ben silky touch almıştım ve çook beğendim.Çilekliside güzelmiş.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Arıza

Arıza olmak ne demek,kimdir arıza çıkaran.
Fikrini söylemek,farklı bakış açılarıyla bakmak,düşünmek arıza çıkarmak mıdır? Sıradan,sığ fikirlerin içinde farklı olanı görmek,farklı olanı düşünebilmek arıza olmak mıdır?
Sığ insanların içinde sığ olmak uyumlu olmak olmalı.Tabii yapabiline.Yapamayan içinse durum çok vahim.Sürekli iğnelemeler,sonu gelmeyen arıza imaları..
Güzide atasözlermizden biri der ki, " Ya bu deveyi güdeceksin,ya da bu diyardan gideceksin" Sığ sulardan uzaklaşana kadar gelene he gidene he diyelim o zaman.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

8 Temmuz 2010 Perşembe

...Gün Mecnunun Leyla aşkıyla çöllerde dolaştığı günlerdendir.Böyle günlerden birinde namaz kılan bir dervişin önünden geçtiğini farkedemez Mecnun. Leyla'dan başkasını görmeye yasaklı gözleriyle görememiştir, namazı kılan dervişi.Namaz biter. Derviş kızar Mecnun'a. Özür kuşanmış kelimelerin ardından Mecnun, -''Kusura bakma Derviş Baba, ben Leyla'nın aşkından seni göremedim..Ya sen huzurunda bulunduğun Mevla'nın aşkından beni nasıl gördün.?'' diye sorar hayretle...

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Türk pop müzik dinliyorsanız bugünlerde pek meşhur olan Soner Sarıkabadayı'dan habersiniz demektir.Bence şarkı sözleri gayet güzel,özellikle Sertab Erener'e verdiği  şarkılar pek bir hoş.
Efendim hadi adamın sesine de farklı bir ses deyip geçelim ama müzikler için iki çift laf ederim arkadaş.Tek müzik bir sürü farklı şarkı prensibini benimsemiş sanırım Soner.Sözleri duyana kadar hangi şarkı olduğunu anlamak pek mümkün değil.Aynı melodi eşliğinde karşınıza koparılan çiçekler veya aşk beni bulabilir de veyahut açık adres çıkabiliyor.Artık bahtınıza ne çıkarsa.

Sevgili Soner eğer beni okuyorsan ki düşük bir ihtimal, lütfen biraz da beste üzerine çalış,hayır yapamıyorsan bırak o güzel sözleri başkaları bestelesin.

6 Temmuz 2010 Salı

Araba alarmı

Cep telefonu melodileri eşliğinde neredeyse halay çekicek durumdayken neden araba alarmları bu kadar basit.Biri bana bunu açıklayabilir mi?
Neden alarmcılar melodi üzerine çalışmıyor,neden bütün alarmlar en sıkıcı halleriyle çalıyor.İnsan aman böyle arabayı çalsınlar banane,alarmında hayır yok diye düşünüyor.Evet arabam yok ve kös kös atıyorum :)

Ama insanın kafasını patlatan o ses yerine, seni çöpe atacağım poşete yazık diyen bir Serdar Ortaç dinlesek fena mı olur yahu.Veya şöyle güzel bir klasik müzik çalsa,yok yok klasik müzik tehlikeli.Zira uyku modundan sıyralamaz araba sahibi geceleri.Yatağında müzik eşliğinde sağdan sola dönüp,rüyasında Adriana Lima ya da Gerard Butler görürken araba uzaklara uçabilir.Artık rüyanın gerçek olmadığına mı yoksa arabanın uf olduğuna mı yanarsınız bilemem.Valla arabam 3.elden aşağıysa Gerard'a sarılır,rüyadan uyanmam.

Not:Fon resmi olarak Gerard Butler fotoğrafı ararken farkettim bu adama kısa saç yakışıyor,uzun halini beğenmedim.Bence erkeğin zeki,çevik,ahlaklı ve 3 numara tıraşlısı makbuldür :)

30 Haziran 2010 Çarşamba

Joytürk

Joytürk,ara sıra dinlediğim bir kanal.Aslında sürekli aynı şarkıları çalmasa hep dinlerim, bu sıralar çoğunlukla Radyo Time dinliyoruz işyerinde.Ama konumuz Joytürkün hediyeleri.Hem de hediyesi tekne turu.Ben bu turu 2 defa kazandım ama gidemedim.Gece geç saatlerde bitiyor ve arabamda olmadığı için taksiyle eve dönmeye cesaret edemedim.Bu yüzden gidemedim.Kışın karaoke partileri hediye ediyor,onuda 1 kere kazandım ama ona da gidemedim.Demek ki ben kazanmayı seviyorum,kazandığımı kullanmayı değil :)

Belki buradan birisi sayemde nasiplenir,boğazda gece tekne turuna çıkar.Off ne eğlenceli olur,benim kazandığımda Sezen Aksu şarkıları çalıcaktı.Gece,mehtap ve Sezen...

Hediye kazanmak için http://www.listener-power.com/ot/reg/joy.turk buradan üye oluyorsunuz,gelecek anketi ve ek soruları cevaplarsanız kazanma şansınız yüksek.

İyi eğlenceler

24 Haziran 2010 Perşembe

Ottan bokta,havadan sudan küçük insan dertlerimizi,rahat batması sendromumuzu bir kenara bırakalım birazcık.

Halkalı'daki bombolamadan dolayı şüpheli bulunanlar adliyeye yakınlarının alkışları eşliğinde götürülmüş.İnsanım diyen,vicdanım var diyen hangi kişi ölüme alkış tutar.Tabii alkış tutulacaklar ölümler vardır mutlaka istisna olarak.Ama bu ölümler o istisnalardan değil.O şüpheliler öldürdüklerini tanımıyordu bile,aralarında bırakın husumeti göz teması bile yoktu.Birbirlerini görmemişlerdi bile,kötü bir kura çektiler o insanlar o kurada kısa çöpü çekenlerdi.Tek suçları asker olmalarıydı.İnsan ya da uzaktan insan gibi duranlar nasıl olur da tanımadığı insanların ölümüne alkış tutar.Alkışlayanlar anne,baba değil mi? Umutları yok mu onların. Ölenler gibi etten kandan değiller mi? Hiç tanımadıkları, kendileri gibi dünya dertlerine üzülen,karınları acıkan,gülen,üzülen,ağlayan,seven,sevilen insanların ölümüne nasıl alkış tutuyorlar.Hele ki içlerinde anneler de varsa vay bizim halimize.Bir anne her çocuğun annesi değil midir?Ağlayan hiç tanımadığı bir çocuk görse yanına gidip,gözyaşlarını silmez mi onun? Peki o anne nasıl olur da günahı olmayan insanların ölümüne alkış tutar.Belki o ölenlerin yolda düştüğünü görse elinden tutup kaldıracak,otobüse binse o gençler ona yer verecek.Neden peki şimdi ölüme alkış tutuyor.Bu olay,Türk Kürt meselesinden önce insan meselesidir.Aynı topraklarda yaşayan insanların masum ölümlere alkış tutacak kadar kandırılmasıdır.
Bu ülkede
Kürtler açta Türkler tok mu?
Kürtler iş bulamıyor da Türkler plazalarda rahat ofislerde mi çalışıyor?
Kürtler dışlanıyor da Türklere kucak mı açılıyor?

Aslında aynı koşullarda yaşıyoruz,zengin Türkler olduğu gibi zengin Kürtlerde var.Şanslı,kayırılan insanlar var ama bunlar her milletten insanlar,her ülkede var bu kayırmalar.Bunlar sebep değil ölümler için,sadece zavallı insanları kandırmak için bahaneler.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Kalabalığın içinde yapayalnız olmak,köşedeki sandalyenin üstüne sinmek ordan kalkmak istememek.Bir iki kırık cümle,bir kaç yarım ağız gülümseme.Keyifsizliğini yarım ağız saklamaya çalışmak.İçimden bir ses çek git,bir daha arkana bakma diyor.Diğer ses gidince ne olacak,yokluğundan sıkılacağına varlıklarından sıkıl diyor.Ve oturmaya devam ediyorum sandalyede.Sesler dolaşıyor havada,desibel zaman zaman yükseklere çıkıyor.Cümlemsi sesler devam ediyor sürekli.Fotoğraflar çekiliyor sürekli,en güzeli benim böbürlenmeleriyle verilen pozlar.Ve araya sıkışmaya çalışan biri.Sandalyeden kalkıp istemeye istemeye aralarına sıkışan biri.Böbürlenmekten sıkılmış,iddiası olmayan biri.Güzelliğin şans olmadığını çoktan öğrenmiş biri.Ambalaja takılmamaya çalışan biri.

Kalabalık içinde yapayalnız olmak,bağırmak ama duyulmamak.Gerçekten sevildiğini,değer veriildiğini hissedememek,küskün olup barış içindeymiş gibi davranmak.