28 Mart 2010 Pazar

Başka Dilde Aşk

Kadını sevgilisi aldatmıştır ama hala peşinde dolaşmaktadır.Bir arkadaş toplantısında biriyle tanışır gibi olur.Adam sağırdır,konuşamıyordur.Ve kadın tam aradığım erkek der adamın boynuna atlar.

Hepimizin aklından zaman zaman böyle şeyler geçmez mi?Konuşmayan çıtı çıkmayan bir sevgili,bir eş.Adı her ne ise.İletişim sadece konuşmaktan mı geçer,hani hep uzmanlar der ya mutlaka konuşun,konuşmak çözüm müdür gerçekten.Bu filmde sesler olmadan iletişim olacağıda anlatılıyor,sesler olmadan kavgada olabileceği.Zaman zaman anlaşamamanın sadece konuşmaktan geçmediği gösteriliyor.Karşımızdaki konuşamasın,duyamasın veya göremesin aşk yine de yaşanıyor,kavga yine de ediliyor.

Tavsiye ediyorum,keyifli bir film.Hep aşk olmasın deyip sosyal bir karede çıkarmışlar karşımıza.Çağrı merkezinde çalışanların dramını da izliyoruz.Hani zaman zaman fütursuzca bağırdığımız insanlar.Aslında ne kadar stresli bir iş yaptıklarını biraz olsun anlıyoruz.Ve tabii ki onları sömüren sistemin piyonu veya piyonlarını da hiç şaşmayarak mutlaka iş yaşamımızda birine benzeterek izliyoruz.

25 Mart 2010 Perşembe

Ofis insanları

Kızınca ne kadar çirkin oluyorsun.Bana en çirkin halinle en pis bakışını atıyorsun sabahtan beri.Aslında kafanı kaldırıp bakmak istemiyorsun biliyorum.Ama bu dört duvarda benim sana ,seninde bana ihtiyacımız var.Zaman zaman birbirimizi seviyor numarası yapmaya ihtiyacımız oluyor.Ne de olsa ofis insanıyız.Birbirinin arkasından verip veriştiren yüzüne tüm dişlerini gösterip gülümseyen.Gerçi biz daha o ileri seviyelerde değiliz.Yapımız icabıyla o seviyelere ulaşacağımızıda hiç sanmıyorum.İlişkiler böyle parçalanıyor işte yavaş yavaş.Önce kırgınlıklar daha kırgınlık seviyesine ulaşmadan kolayca toparlanıyor.Sonra birikmeye başlıyor ve kolay toparlamak mümkün olmuyor.10 saatin tümünü dolduran konuşmalar giderek azalıyor,kişiler birbirini çekmeye başlıyor.Sanki kendimle ilgili çok şey anlatıyorum duygusuna kapılıyor.Azalan muhabbet,çoğalan birikim.Yavaş yavaş ölmeye başlıyor başlardaki canlı ilişki.Tabii normal arkadaşla iş arkadaşı bir olmuyor.Dedim ya benim sana senin bana ihtiyacımız var.Aynı çatı altında kaldığımız müddetçe zaman zaman birbirimizi seviyor numarası yapacağız üzgünüm.

23 Mart 2010 Salı

Fırtına

Arkadaşlarımla ilgili birkaç yazı yazmıştım.Bu da onlardan biri olucak.Bir zamanlar kendimi çok şanslı sayardım.Bazıları bir tane bile yakın arkadaş bulamazken bende birçok tane vardı.Aslında böyle sanıyormuşum.İnsanın hayatındaki ilişkiler birbiriyle ilişkili olarak ilerliyor galiba.Bir ilişki tek başına bitmiyor, yanında başka ilişkileride bitiriyor veya bitirmeye ramak kalıyor.Sen iyiysen herkes iyi,kötüysen herkes toz oluyor.Peki buna alıştım ben,toz olun gidin hiç mühim değil artık.Ama o tozlardan biri arayıp sitem edip bana neden toz olduğumu sormasın.Buna alışamam işte.Benimkisi sadece aldığını vermek.Toza karşı toz ,gayet adilce bence.

Hele o tozlar haksızlık yapınca kendime hakim olamıyorum.Yapı olarak haksızlık karşısında kimseyi tanımam.Kendimi susturmaya çalışsam da içimdekilere sahip çıkamam.İşte yine aynı sancı.Susmalıyım ama yapamayacağım galiba.Ufaktan laf sokmalarım,şakayla karışık kondurmalarım başladı bile.Bunlar gelecek fırtınanın kötü habercileri.İç sesim sus,edilgen ol diyor ama ruhumda etkenlik var ne yapabilirim,doğama karşı gelemiyorum.Bakalım bu fırtına kopacak mı? koparsa neler olacak?

22 Mart 2010 Pazartesi

Merhaba

Blogspot uzantılı adreslere bir süredir giremiyordum.Takip ettiğim blogları okuyamayınca baya eksikliğini hissettim.Tabii kendi bloguma yazamayıncada aynı eksikliği hissettim.İnsanın hiç tanımadığı tanıyamayacağı insanların duygularını,hayata bakışını,yaptıklarını okuması çok eğlenceli.Kiminden birçok şey öğreniyorum,ufkum genişliyor.

Bu boşlukta bana verilen hayatı ve rolü en iyi haliyle yaşamaya çalıştım.Depresyonu en arkalarda bırakarak yoluma devam etmeye çalıştım.İnsana en iyi gelen şey birşeylerle uğraşmak.Hep uğraşım olmuştur,ingilizce kursu,spor,kitap dergi okumak gibi.Bu seferde yeteneksizliğime aldırış etmeden takı kursuna başladım.İsmeğin çok güzel kursları var.Ekimde başlıyor ve okullar kapanana kadar devam ediyor.İlk başlarda birkaç şey öğrenir sonra bırakırım diye düşünüyordum ama Ekimden beri her pazar sabahı erkenden kalkıp kursa gidiyorum.Hiçbir dersi kaçırmak istemiyorum.Çok yetenekli değilim ama yinede birşeyler yapabiliyorum.Sabah 9'dan akşam 4'e kadar vakit nasıl geçiyor anlamıyorum bile.Ve en güzeli hayatın sıkıntılarından,buhranından bir süre uzaklaşıyorum.Birşeyler yapıp taktıkça mutlu oluyorum.
Yazımın anafikrini veriyorum;Depresyona,sıkıntıya en iyi gelen şey köşene çekilip oturmak değil inadına hayata karışmak.

Gülmekten daha güzel ne olabilir ki diye düşünüp Eyvah Eyvah'ı izledim.Gerçekten çok komikti.Tabiiki her komik Türk filminde olduğu gibi argo,küfür vardı ama Recep İvedik fiyaskosu gibi değildi,dozundaydı herşey.Ata Demirer'i çok severim,tiplemeleri çok eğlencelidir.Bu filmdede tiplemesini en iyi şekilde yapmış,Demet Akbağ zaten tartışılmaz bir isim.Sadece gülmek,çok gülmek istiyorsanız gidin bu filme


Unutmadan bir de Özge BoraK Şakrak var ki bakmaya doyulmaz bir kadın.Ne kadar güzel gülen bir kadın.Bunun farkında olmalı ki sürekli gülümsüyor.Ama kesin bir kusuru vardır :) Böyle düşünmezsem aynalara küserim :)




Bu aralar kendimi sanatsal faaliyetlere adamış durumdayım.Bir de tiyatro oyununa gittim.Töre,devlet tiyatrolarının bir oyunu.İsminden de anlaşılacağı üzere bir töre hikayesi.Oyun zaman zaman güldürsede acı herzaman baki oluyor.